ANAHTAR BİZDE…

Küçücük şeylerden büyük mutluluklar devşirme, sanki hayatın yükünü omuzlamadan önce tanınmış büyük bir fırsat Çocukluk…

Zaman burada sanki biraz uzun, anıları biriktirecek, İdeallerin tomurcuklanıp goncaya dönüştüğü mevsim Gençlik…

Sonra, sanki mevsimin dönmesi ile esen sert bir rüzgâr ve savrulan gençliğin dumanı…

Ya Sonrası? Malum ya orta yaşlılığın kapıya dayanışı ve zemheri bir telaş ki sormayın gitsin. Kaygılar olmuş yoldaş, mutluluklara tasasız yelken açmak sanki çok gerilerde kalmış. Nimetin ortasında bile kendini güvende hissedememe hali…

Derken, mazi seneleri derdest eder, gömer bağrına ve ardından yaşlılık gelip dayanır kapıya. Anlam verilemez belki bu hızlı tükenişe…

Ama ne yaparsın?

, Layüsel zannedilen gençlik bir çırpıda insanı yaşlılığın kapısına koyup “Allahaısmarladık” bile demeden ayrılır gider.

Hırsları, heva ve hevesleri, arzuları, kıskançlıkları, tutkuları alır götürür giderken. Sükûneti, yalnızlığı tedirginliği, ümitsizliği emanet olarak bırakır insan arkadaş diye…

Köşeye sıkışmış ürkek güvercine döner insan. Ne geriye dönebilecek gücü vardır elinde ne de bakacak şevki ve azmi… Gün batımı gelmiş çatmış, geceye ne kalmıştır artık…

Acımasızdır zaman. Yolu yaşlılıktan geçen herkesin hakkından gelir. En azgınını bile perçeminden çekip getirir hizaya.

Avantajları da yok değildir yaşlılığın…

En azından gençliğinde ibret almadığı, zamanı bozuk para gibi harcadığı dönmelerden ders çıkarma, kendini muhasebeye çekme zamanını anlatır, saçlarındaki kış mevsimi, vücudundaki hararet, bakışlarındaki fersizlik, beldeki bükülme…

Artık hırs denilen o vahşi duygunun esaretinden kurtulma, bağımsız düşünebilme, gerçeklerle yüzleşme zamanıdır.

Hayatın her alanından süzülen tecrübelerin getirdiği ağırbaşlılık ve sükûnet ayrı bir zenginlik katar yaratılış gayesini bilip ona göre yaşayanlara. Işık olur, nur olur muhataplarına, aydınlatır hep etrafını…

Zamanı altın fırsat bilip o doğrultuda hayat sürenleri ümitsiz kılamaz zaman. Çünkü zamanı meyve devşirme anı olarak görenler için zamana esir olma, onun dişlileri arasında ezilip değersizleşme yoktur.

Hele zamanında kudret, mevki, makam, şöhret, maddi zenginlik görmüş insanlar için daha bir zordur hayatı kavrayamadan yaşanan Yaşlılık.

Evet, düşe kalka, paldır küldür geldiğimiz bu eşikte, hadi şöyle bir soluklanayım, neydi bütün bu yaşananlar diye sorduğumuzda ümitvar olamıyor isek, hayatı açıklayacak, ona anlam kazandıracak unsurları hayatımızın burçlarına yerleştirmeyi ya ihmal etmişiz, ya da unutmuşuz demektir.

Hayat, zamanın insanlara bağışladığı bir süreç, ölüm de artık işlevi biten, yorulan akıl ve duygularımızın ihtiyaç duyduğu bir dinlenme değildir. Öyle olsa idi, kolay bir netice olurdu insan için.

Evet, asıl mesele;

Ölmek değildir ömrün en feci işi

Müşkül odur ki, ölmeden evvel ölür kişi.

Hesaba çekilmeden önce kendisini hesaba çekip, tedarikini ona göre yapanlara Ne Mutlu.

Akıl, hem nimettir hem felaket! Dizgini arifin elinde olan akıl ancak ebedi saadetin anahtarı olabilir.