Erzincan Belediyesi, kurtuluş münasebeti dolayısı ile 13 Şubat Pazartesi günü Tarihçi Yazar Tahir Erdoğan Şahin, Şair Yazar Lütfü Şehsuvaroğlu ve Siyaset Bilimci Murat Yılmaz’ın katılımı ile bir konferans düzenledi.
         Konu esas itibari ile kent kültür ilişkileri ve Erzincan ili idi. Panelde uygarlık, kent ve Erzincan bağlantısı çerçevesinde genel bir çerçeve çizildi.
         Konuşmacılardan Lütfü Şehsuvaroğlu; şiir edebiyat, şehir kapsamında lirik şiirimsi bir biçimde konuşmasını sürdürdü.
         Siyaset Bilimci Murat Yılmaz demokrasi, kent ilişkileri bağlamında, insan ve siyaset merkezli bir konuşma yaptı.
         Tahir Erdoğan Şahin ise panele konuşmacı olarak katkısının yanı sıra moderatörlük görevini de üstlendi.
         Konuşmaların ikinci devresi şehir kültür ve estetiğin yanı sıra kent idaresi, kent sakinleri, kent düşünürlerinin kente bakış açıları bağlamında devam etti.
         Konuşmalar arasında dikkati çeken hususlar vardı.
         DEPREM
         Özellikle Erzincan Tarihi ve deprem geçmişi konusunda otorite olan bilim adamı Tahir Erdoğan Şahin, inşa edilme sürecinde ki Erzincan’ı kültürel, sanatsal ve estetik boyutlarının yanı sıra ovanın kuzeyine Keşiş Dağları’nın Etekleri’ne taşınmasını yüksek sesle önermesi, dinleyicilerde heyecanlanmaya yol açtı. Ne kadar dikkate alınır bilemiyoruz ama aslında söylenenler bir uyarıydı. Hatta önümüzdeki yakın zamanda gelebilecek iki büyük deprem dalgası karşısında şehrin aşağı kesimlerinin büyük risk altında olduğunu açıklıkla ifade ettiler.
         Maalesef, geçmişte şehrimiz ile ilgili hazırlanan raporlar da söylenenleri doğrulamaktadır.  
         Yine Tahir Erdoğan Şahin’in kent hayatı içerisindeki mimari dokunun o kentin özgünlüğünü de ön plana çıkardığını belirtmesi ve Erzincan’ın “Bahçeli Evler” kenti olarak kimliğini yitirmemesi gerektiğini, bahçe-insan bütünü içerisinde yeni inşa faaliyetlerinde bu hassasiyetlerin göz önünde tutulması gerektiğini ifade etmesi aldığım önemli notlardı.
         NEZAKET
         Bu arada üç konuşmacının aralarındaki farklı düşüncelere rağmen bunu bilimsel kriterlere ve nezaket içerisinde sunmuş olmalarının ayrıca öğretici bir nitelik taşıdığını söylememiz gerekiyor.
         Şu var ki bu tür çizgi üstü konferanslarda belki yetersiz sayıda yapıldığı için soru sorma biçimlerinde yeterince genel kaidelere uyulmadığını görüyoruz. Konuşmacı olmak kadar dinleyici olmak, açık, anlaşılır ve kısa cümlelerle soru sormakta bir marifettir. Birçok defalar moderatör ister istemez müdahale etmek zorunda kalmıştır.
        En azından ileriki zamanlarda daha nezih biçimli soru- cevap çerçevesinde bu tip etkinliklerin düzenlenmesini diliyoruz.