BİZ KİMİN İÇİNİZ?
            Onlara bir musibet geldiğinde: "Biz Allah'ınız ve elbette O'na döneceğiz" derler. (Bakâra: 186)
            “Allah için olmak” hakikatinin bizler neresinde duruyoruz, gelin isterseniz bu yazımızda hep birlikte bu duruşumuzun “diğer yüzünü” birlikte okuyalım:
            Öncelikle bilmek gerekir ki, “Allah için olmak” ahdini verdikten sonra, Allah’a rağmen yapabileceğimiz hiçbir iş, “Allah için olmak” dışında bir seçeneğimiz ve “Allah’a göre yaşamak” tan başka bir tercihimiz tasavvur dahi edilemez, ayetten çıkan manaya bakılırsa…
            Hâl böyle iken, “Allah için olmak” gerçeğini idrâk ve ispât yönünde fiili durumumuz nedir, böyle bir sorumlulukla yüklendiğimiz hayatla birkaç cümle ile yüzleşmeye çalışalım…
            Önce, Allah için olma şuuru ile yaşamak, bu hakikate yoğunlaşma, hayatın mihverine bunu alma, zahmetleri ve nimetleri bu bilinç ile karşılama hassasını nefislerimize ve yüreklerimize kabul ettirebilmek…
            “Biz Allah içiniz (!)” evet;
            İsrafımız, lüksümüz, forsumuz, fiyakamız, cakamız, flörtümüz, sekreterimiz, tüketim iştahımız, hayatımızı çepe-çevre sarmalayan tekebbür, tahakküm ve tuğyânlarımız…
            “Hep Allah için (!)”
            Protesto edilen senetlerimiz, karşılığı olmayan çeklerimiz, banka cüzdanlarımız, mevduat hesaplarımız, repoda biriken varlıklarımız, bitmek bilmeyen taahhütlerimiz, itibarımız, imajımız, hırsımız, kaprislerimiz, yalan edebiyatıyla yürüyen ticaretimiz, piyasalardaki cambazlığımız, borsaya endeksli kalp atışlarımız…
            Tesettüre giren “manken”lerimiz, tesettür modamız, “yeşil banka”larımız, “yeşil pop”umuz, dünya ticaretini ellerinde tutan Yahudi zihniyetine bile dudak uçuklatan “yeşil dolar” larımız… Hiç hız kesmiyoruz. Kaçamayacağımız son’a yaklaşırken, bizi “kimse” nin tutmasına izin vermiyoruz…
            Çünkü biz hep “Allah için” iz…
            ’’Benimle sizin misaliniz, ateş yakıp da çekirge ve pervaneler ateşe düşmeye başlayınca onları oradan uzaklaştırmaya çalışan adamın hali gibidir. Ben sizi ateşe düşmeyesiniz diye eteklerinizden tutuyorum. Siz ise, elimden kurtulmaya çalışıyorsunuz.’’ (Müslim)
            Kıldığımız namazlarımızdaki gaflet halimiz, kerih olan ne varsa “hoşgörü” şümüz, zulümler karşısında kazandığımız bağışıklık, harama olan korkusuz meylimiz, suç işlerken ki cesaretimiz ve kardeşlerimizi gıybet etmede ki insafsızlığımız…
            “Biz Allah içiniz (!)” evet;
            Bencilleşen dünya hayatımız, dünyevileşen yaşantımız, kin ve nefret yüklü yüreklerimiz, çıkarlarımızdan başka bir şey için dönmeyen çarkımız, eğri- büğrü saflarımız, cansız ve şevksiz cemaatlerimiz ve hikmeti olmayan dâvetlerimiz, bizim olmayan ve kontrol edemediğimiz gençliğimiz, “uzaktan kumandalı, kablolu-kablosuz” çocuklarımız…
            “Biz Allah içiniz (!)”
            Kararsız, yüreksiz, gönülsüz, güçsüz, iradesiz, yüreksiz… Aşk yok, şevk yok, tevekkül, tefekkür, tezekkür yok!
            İlimden nasibini almamış zannî inançlar, amele faydası dokunmayan ilim(!)ler, kötülükleri önlemeyen namazlarımız, hayatımızı çepe-çevre kuşatan lehv ve lağviyâtımız, inançlarımızdaki cahili tortular ve kalıntılarımız, şeytânın dürtmeleri, günahlara yol aramak için adını felsefe koyduğumuz felsefî şüphe ve düşüncelerimiz, “…o halde mü’min iseniz onlardan korkmayın, Ben’den korkun!” (Al-i İmran: 175) İkazını unutup, O’ndan başka her şeyden korkan beşerî duruşumuz ve ideolojik takıntılarımız…
            Çünkü “Biz Allah içiniz (!)”
            Yüzlerimizi kızart (an) mayan televizyonlarımız, Cim-Bom, Kara Kartal, Sarı Kanarya’larımız, “Bu Tarz Benim, Bu Hayat Benim, Bu Stil Benim, Bu Benim Tarzım” usûlü dibe vuran hayâsızlıklarımız, “yetenek (siz) siniz, yetenek sensin Türkiye’m” saçmalıklarımız ve “çoook güzel hareketler bunlar” adında zamparalıklarımız…
            Herkes bilsin ki, “biz Allâh için(!)iz!”
            Zihinler bulanık, fikirler dağınık, psikolojiler bozuk, beyinler satılmış, yürekler evhâmlı… Nesiller yönsüz, yön verenler kararsız, yürütenler irade ve üretkenlikten, şecaatten, adâletten mahrum…
                Hayâ sıyrılmış, inmiş öyle yüzsüzlük ki her yerde...
            Ne çirkin yüzler örtermiş meğer bir incecik perde!
            Vefa yok, ahde hürmet hiç, emânet lâfz-ı bi-medlûl;
            Yalan râyic, hıyânet mültezem her yerde, hak meçhûl.
            Yürekler merhametsiz, duygular süflî, emeller hâr;
            Nazarlardan taşan manâ ibâdullâhı istihkaâr!(M.A. Ersoy)
 
            “Evet, kuşkusuz bizler Allah için(!)iz…”
 
            Çok mu karanlık bir tablo oldu yoksa? Allah için olduğumuzu söyleyen bizler, “hesaplar kurarken” Allah’ı hesâba katıyor muyuz? Allah’ın ilmini ve irâdesini, kudretini üstümüzde hissediyor muyuz? “Biz Allah içiniz” demeye cesaretimiz var mı? Allah için olmaya yüreğimiz yetiyor mu?
            Unutmayalım… Nezdimizde Rabbimizin kıymeti ne ise, Rabbimizin katında da değerimiz ve ederimiz o kadardır. Hidayete tâbi olanlara selâm olsun!
 
Şeref İŞLEYEN