Bundan tam 99 yıl önce 23 Nisan 1920’de, Türk milletinin iradesini ortaya koyan TBMM açıldı ve aynı gün milletin egemenliği ilan edildi.

Atatürk’ün önderliğinde TBMM, 23 Nisan 1924’te bugünün bayram olarak kutlanmasına karar verdi.

Bu tarihten 5 yıl sonra 23 Nisan 1929’da Atatürk, bu bayramı çocuklara armağan etti. Dolayısıyla 23 Nisan ilk defa 1929 yılında ‘Çocuk Bayramı’ olarak da kutlanmaya başlanmış oldu.

Harici ve dâhili bütün entrikalara ve imkânsızlıklara rağmen büyük bir azimle kendi kaderini kendisi tayin eden Türk milleti, bağımsızlığını ilan ederek yepyeni bir sayfa açtı.

Milli mücadelenin sonundaki haklı zaferden sonra, millet iradesini ortaya koyan meclisini kurdu ve birkaç yıl içerisinde Cumhuriyet’i ilan ederek gücünü taçlandırdı.

Yeni kurulan Cumhuriyetin sağlam temeller üzerine oturması ve ileriye dönük bekasının sağlanması için gençlere çok önemli vazifeler düşüyordu.

Bunu gören Atatürk, bu bayramı çocuklara armağan ederek onlara olan güvenini ve sevgisini ortaya koydu.

Niçin çocuklar? Atatürk biliyordu ki çocuklar ülkenin geleceğidir..

Çocuklar umuttur..

Çocuklar geleceğin teminatıdır..

Atatürk’ün tabiriyle bugünün gençleri yarının büyükleridir..

Onlar, geçmişle gelecek arasındaki taşıyıcı köprülerdir..

Dünyada ilk ve tek olma özelliğini koruyan bu bayram, 1970’li yıllardan sonra farklı ülkelere de açılarak uluslararası bir boyuta taşınmıştır.

Bir ülke değerlerini ve kazanımlarını ancak yeni nesillerini iyi eğiterek muhafaza eder ve ileriye taşır.

Bu anlamda sevgili yavrularımızın maddi/manevi her anlamda iyi yetiştirilmesi ve geleceğe donanımlı hale getirilmesi çok hayati bir meseledir.

O yüzden öğretmenlere ve tabiki çocukların ilk öğretmenleri olan ebeveynlere çok önemli görev ve sorumluluklar düşmektedir.

‘Ağaç yaşken eğilir’ atasözünde olduğu gibi zamanında onları eğitmezsek kendi ayağımıza kurşun sıkıyoruz demektir.

Bir ülkenin genç nüfusu, o ülkenin en büyük servetlerinden biridir. Bu servet iyi değerlendirilirse o ülke her alanda kalkınır, kanatlanır.

Aksi bir durumda, yani atalete düşmüş hedefsiz, gayesiz uyuşuk bir nesille hiçbir yere varamaz.

Bugün bize düşen, Hz. Ali’nin ifadesinde yerini bulan çocuklarımızı yarınlara göre yetiştirmek ve geleceğe hazırlamak olmalıdır.

Teknolojinin baş döndürücü bir hızla dünyayı geliştirdiği bir çağda, yavrularımızı onlarının çağının diliyle yetiştirmek zorundayız.

Geçmişi kutsamadan ibret alarak, geleceğe de projektör tutarak ve ileriyi görerek onlara hitap etmek durumundayız.

Anayasamızda yeri olan milli/manevi değerlere bağlı, ancak bir o kadar da çağın dilini yakalayabilen ve okuyabilen, bağımlısı olmadan teknolojiyehâkim olabilen yeni nesilleri inşa etmek bizim elimizde.

Allah’ın bize en büyük hediyesi ve emaneti olan yavrularımızı çağın getirdiği virüslere karşı koyabilecek anti virüsleri hep birlikte kurgulamak zorundayız.

Aksi, gençlik elden gidiyor..

Gençlerimiz gözlerimizin önünde zehirlenip gidiyor..

Gençlerimiz, hayatı bütünüyle dolu dolu yaşayamadan perişan olup gidiyor..

Çözüm, gençlerin enerjisi ile ihtiyarların tecrübesi sonucunda oluşacak olan sinerjide düğümleniyor galiba..