Bir avuç çakıl taşı aldım elime... Umutlarımı, dileklerimi fısıldadım... 'Siz de benimle dua edin ya da duama amin' deyin dedim, sessizce...  Çünkü onlardan başka kimse duymuyordu sesimi... 
            Ufukta boylu boyunca bir kızıllık vardı. Semada ki bulutlar yağmura hazırlanır gibi bir telaş içindeydi. Dakikalar sonra toprağa yağmuru serpiştirip onunla gülüşüyorlardı. Bu yağmur bana da iyi geldi doğrusu.               
            Ağaçların rüzgarla konuşması bana bir uğultu gibi geldi, oysa onlar için çok şey demekti. Yaşamak her ne olursa olsun çok güzeldi bunu tam anlamıyla biliyordum. Farkına varamayanlar için kederlendi yüreğim. Lakin vazgeçtim bu karamsar düşüncelerden. Gülümsemeye devam ettim. Pastoral bir masalda gibi hissettim kendimi. Çiçeklerin kokusu gönlümü mest etti. Hakikaten  doğanın her zerresi harkuladeydi. 
          Yağmurdan sonra gökkuşağı çıkar ya hep, onu aradım mavi sonsuzlukta. Buldum ve sevindim. Neden sonra etrafımda ki insanların farkına vardım. Farklı dünyaları vardı herkesin.Farklı hayat kaygıları ve farklı farklı umursadıkları şeyler... Çocuklar koşturuyor, büyükler söyleşiyordu. Bir kaplumbağa gördüm yine yavaş, yine kayıtsızdı. Her şeyi oluruna bırakmış gibiydi. Ama mutluydu. Tavşan kadar hızlı değildi fakat kendi işlerini de bir yoluna koymuştu. Bugünü kendi miladım kabul ettim. Üzüldüğüm ne varsa çakıl taşlarıyla birlikte denizin dibine attım. Ne varsa mutluluktan yana onları yeniden aldım ve kalp cebime yerleştirdim. 
          En başından beri haklıymışım; yaşamak her anıyla, her sezgisi, her düşüncesiyle doyumsuz bir lezzetmiş...