18 MART Çanakkale zaferinin yıldönümü münasebeti ile kahraman şehitlerimize ve gazilerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Sizlere  “Din-i mübin-i İslam” ın Payitahtı olan İstanbul’u işgal etmeye, ümmeti Muhammedi Vatansız ve ezansız bırakmak isteyen, işgal kuvvetlerine karşı Çanakkale boğazını canları pahasına kahramanca müdafaa eden, İki yüz elli bin Şehit ve Gazilerden biri olan rahmetli bir gazimizin acı hikâyesini aktarmak istedim.
                Bahsedeceğim bu yiğit gazi; Erzincan ili Kemah ilçesi Oğuz köyü’nden Çanakkale savaşına Katılan Oğuz Onbaşıdır. Oğuz Onbaşı 1914 Cihan harbi nin başlaması dolayısıyla çocukları Hasan ve Arif ile beraber askere çağrılır. Bütün vatan evlatları gibi onlarda derhal yola çıkar ve Kemah Askerlik şubesine teslim olurlar. Geride hanımı 16 yaşında oğlu Mustafa ve birde kızı kalır. Osmanlı Cihan harbinde İki cephede birden savaşmaktadır.  Sarıkamış cephesinde Ruslarla, Çanakkale cephesinde İstanbul’u işgal etmeye gelen itilaf kuvvetlerine karşı savaşmaktadır
Oğulları Hasan ve Arif’i Sarıkamış, Erzurum cephesine, Oğuz onbaşıyı da Çanakkale’ye gönderirler. 
Savaş bütün hızı ile devam ederken Erzurum cephesinden İki oğlunun da şehit olduğu haberi gelir. Vatan sağ olsun der ve üzüntüsünü belli etmez ama aklı fikri geride kalan oğlu Mustafa da dır dır. Mustafa henüz 16 yaşındadır. Oğuz onbaşı Mustafa yı çok sever. Onun geride kalıp Ailesine sahip çıkmasını ve soyunu devam ettirmesini arzulamaktadır. Bir evden Üç şehit yeter, Mustafa’nın Askere alınmaması için dualar etmektedir.
Fakat ne çare Harbi- umumi bir türlü bitmek bilmez. Gidenlerde bir daha geri gelmez. Vatan savunması için yeni güçler lazımdır. Bu arada Mustafa da 17 yaşında yiğit bir delikanlı olmuştur. Kardeşlerinin acısı içini dağlamaktadır. Onların intikamını almak için bir an önce askere gitmek ve savaşa katılmak istemektedir. Bu isteği çok uzun sürmez. Yeni askeri seferberlik ilanında Mustafa da askere yazılır. Mustafa yı Çanakkale cephesine gönderirler. 27. Alay dan dan boşalan yere Arı burnuna verirler Mustafa yı,  Babası Seddülbahir dedir fakat birbirlerini göremezler. Savaş bütün hızı ile devam etmektedir. Türk’ü, Kürd’ü, Laz ı, Çerkez’i, Arab’ı, Acem’i, Boşnağı, Arnavut’u, Alevi’si, Sünni’si etnik kökeni ne olursa olsun vatan için sırt sırta vererek canları pahasına çarpışırlar.
             Oğuz onbaşı Yaralanır ve sıhhiye çadırına götürülür. Daha sedyede yatarken yaralı askerler getirilir Oğuz onbaşı oğlu Mustafa’yı kanlar içinde görür fakat kalkamaz. 
Oğlu da babasını görür fakat babası onu bu halde görüp üzülmesin diye sırtını döner. Ne var ki her ikisi de
Aynı kanlı ranzaya yatırılır. Önce oğlunun tedavisin yapılmasını ister. Ama daha oğluna sarılamadan oğlu şehit düşer. Bir müddet sonra Oğuz onbaşı iyileşir ve birliğini sorar. Ona artık memleketine dönebilirsin demelerine rağmen o birliğine gitmek ister. Kudüs ün güneyinde birliğini bulur ve teslim olur. Oğuz onbaşı 46 yaşında dır dır ve çok zayıf düşmüştür. Komutanı Konyalı Muallim Naci Bey onu görünce çok üzülür. Bu kır saçlı derisi kemiğine yapışmış onbaşıya acır ve onu mutfakta görevlendirmek ister. Ayrıca bu vatan için üç oğlunu şehit vermiştir.
Fakat o Komutanına dönerek Şöyle der: “ Komutanım Bana devlet yolu ALLAH yoludur sende burada Devleti temsil ettiğine göre senin emrini dinlemek ALLAH ın emrini dinlemek gibidir. Fakat ben cephede savaşmak istiyorum” der ve silahını alarak cepheye koşar. Oğullarının intikamını almak için var gücü ile düşmana kurşun atar. Kudüs cephesinden sonra, Oğuz Onbaşı İzmir’e gelerek orada savaşır.
Savaş biter ve 1923 de Oğuz Onbaşı Köyüne döner. Döndüğünde hanımı bile onu tanıyamaz 1935 te Hakkın Rahmetine kavuşur.
Kim bilir belki de, Erzurum cephesinde şehit olan dedem Hasan Ayaydın ile beraber Oğuz Onbaşı ve oğulları tüm şehitlerimiz bizi üzülerek seyrediyor. Hey hat bizler boşuna mı? Canımız pahasına düşmanla savaştık diye belki de feryat ediyorlar. Çünkü Ayeti kerimede” Allah yolunda ölenler, ölü değildir. Onlar diridirler”. Bedenen belki yoklar, ama ruhları sağ olarak aramızda.
Torunları olarak bizler onlara layık olmak için ne yapıyoruz.  Onların bıraktığı yerde miyiz? O şanlı direnişin neresindeyiz. Milli mücadelemizi her alanda askeri, siyasi, iktisadi, insani olarak devam ettiriyormuyuz? Yoksa ” Din-i mübin-i islamı" yüceltmek, şehitlerimizin ruhunu sevindirmek adına, vatanımızın itibarını yükseltmek, islam coğrafyasında ki ümmeti muhammedi sahipsiz bırakmamak adına bir şeyler yapıyormuyuz? Eğer yapmıyorsak o zaman şehitlerimizin ruhu incinir, canları pahasına verdikleri istklal mücadelesinin hiç bir anlamı kalmaz. Cenneti Ala da, Allah tüm şehitlerimizin makamını yükseltsin, bizleride şefaatlerine nail eylesin. Ümmeti Muhammedin kardeşliğini, birliğini, daim eylesin. Bu vesile ile tüm kardeşlerime selam ve saygılarımı sunuyorum. Allah'a emanet olunuz.
 
   BİRLİK.
Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz. 
Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz; 

Düşer mi tek taşı sandın harim-i namusun, 
Meğer ki harbe giden son nefer şehid olsun. 

Şu karşımızdaki mahşer kudursa, çıldırsa, 
Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa, 

Bu altımızdaki yerden bütün yanardağlar 
Taşıp da kaplasa âfakı bir kızıl sarsar, 

Değil mi cephemizin sinesinde iman bir; 
Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir; 

Değil mi ortada bir sine çarpıyor, yılmaz, 
Cihan yıkılsa emin ol bu cephe sarsılmaz. Mehmet Akif Ersoy
Emin Ayaydın. 18.03.2014