DAHA DA GÜÇLÜ OLACAĞIZ…

Milletleri millet yapan ve yaşamını idame ettiren unsurların başında dini- milli ve dolayısı ile ahlaki değerlerine sadıkane bağlılıkları yatar. Bu değerlerin titizlikle muhafaza edilmesi olmazsa olmazlarıdır. Her ne şartlarda olursa olsun bu değerlerin içten ve dıştan yıpratılması, yozlaştırılmaya çalışılması ve ihmale uğramasına göz yumulması hem madden hem de manen çöküntüyü beraberinde getirir. İsterse refah düzeyi en yüksek millet olsun akıbet kaçınılmaz olup eninde sonunda gerçekleşmesi mukadderdir.
Tarih, o devirlerde maddeten terakki etmiş, zirvelere çıkmış, ancak değerlerini muhafaza edemediği için çökmüş nice milletlerin enkazları ile doludur.
İnançsızların en büyük gafletlerinden ve handikaplarından biri, kaderlerini yani akıbetlerini fark edemeyişleridir. Bir su molekülü “ ben fizik yasalarına inanmıyorum” dese de sıfır dereceye gelince donar, yüz dereceye gelince de tebahhur eder. Yani kaynayıp buharlaşır. İşte Allah inançsızlara da öyle bir kader planı çizmiş ve halk etmiştir ki, eninde sonunda kepaze olmaya mahkûmdurlar.
Kurdukları en büyük fitne tezgâhı; ayrıştırma üzerinedir. Önce o toplum üzerinde sondaj çalışması yapıp, uygun zemini ve mekânı yakaladıktan sonra her birerlerine birer ad koydurup sınıflandırmayı tamamladıktan sonra birbirleri ile vuruşmasını sağlayıp, yer altı yer üstü zenginliklerine el koyup, boyundurukları altına aldıktan sonra sömürmeye devam etmeleridir. Türk-Kürt kavgası, Alevi- Sünni tefrikacılığı, laik-anti laik çığırtkanlığı bunların en bariz örnekleridir.
Bunlardan bir sonuç çıkaramayan şer güçler son çare olarak kendileri ile iş tutan İslam görünümlü şarlatanları yanlarına alarak bakın İslam la olmuyor dedirterek sonu gelmez maceraya mahkûm olacağımızı bu topluma inandırmaya çalışmaktadırlar. Evet, İslamiyet iyi bir dindir, iyi bir ahlak sistemi vazeder ancak onun karşısında çok kuvvetli, ekonomik ve siyasi güçler yer almaktadır. Bu koşullar altında bir İslami bütünleşme imkânsızdır tezini işleyerek tefrikayı körüklemektedirler.
Tarih bize gösteriyor ki her daim hayır cephesi ile şer cephesinin mücadelesi hep var olagelmiştir, kıyamete kadar da devam edecektir. Bu mücadelenin varlığına elbette ki Cenab-ı Hak müsaade etmektedir. Zira bu sayede elmasla kömür birbirinden tefrik ve temyiz edilecek hayrın güzellikleri idrak edilecek, anlaşılacak ve neticede insanla, insan görünümlü, şirret ruhlar arasındaki fark açığa çıkacaktır.
Yine tarih şahittir ki yeryüzünün tek hayır cephesi yalnız İslamiyettir. Şer cephesinin sicili o kadar bozuktur ki, vahşetleri ve zalimlikleri ciltler dolusu kitaba konu olacak garabetlerle doludur.
Şerr’in hedef tahtasına koyduğu tek şey vardır o da İslamiyet’tir. İslami düşünüş, İslami yaşam, müslümanın hırpalanması için yeterli sebeptir. İslam düşmanlığını kendine vazgeçilmez bir ödev sayan, köpeklerle aynı sofrada aynı kaptan yemek yiyen sözüm ona Batı Medeniyeti, İslam inancına karşı bilgi zafiyeti içinde bulunan, pek çok insanı hain yapmayı başarıp, maşa olarak kullanarak emellerine ulaşmaktan bir an bile geri durmamışlardır.
Japon ressamlar bir çiçeği üç ay seyreder, sonra oturup üç saniyede resmini çizerlermiş. Biz ise tam tersini yapıyoruz. Üç saniyede tanışıyor, ahbap- çavuş, kuzu sarması oluyor sonrada ondan kurtulmak için aylarca belki de yıllarca uğraşıyoruz. Tecrübe edilmeden bünyeye buyur edilen her yaklaşımın ardından olmadık bela ve musibetlere düçar oluyoruz.
İmam-ı Azam “El İhtiyar” adlı eserinde itibar ortaklığından bahsediyor. Gelin itibarı ortak paydamız yapalım derken, İslami çizgide yaşanılan bir hayatın bireyin itibarını artırdığı gibi dininin itibarını da korumuş olacağını ısrarla vurguluyor.
İşte itibar ortaklığını sadece ve sadece parası olanlarla kurmaya çalışanlar bu millete 15 Temmuz’u yaşattılar.
Hz.Ali (R.a)bir sözü vardır. Bizi Allah ile aldatana aldanırız.
Evet, aldandık, o kadar aldandık ki, önce karşılarına hiç kimseyi almadılar, gözlerine kestirdikleri “ bundan ekmek çıkar” dedikleri herkesle dost oldular, herkesi kendilerine dost edindiler ve aşama aşama her yere adamlarını yerleştirdiler.
Tabiati ile kendilerine benzettikleri herkese ardına kadar kapıları açmaya başladılar.
Milletin cebine dadanıp milletin parası ile millete racon kesenler, ülkeyi karanlık dehlizlere sürüklemek isteyenler, kökle ağaç arasındaki rabıtayı, mazi ile istikbal arasındaki bağı koparmak istediler.
Milleti anlamamakta direnen bir takım soysuzlar iç dünyalarındaki faşizan duyguları öyle bir raddeye getirdiler ki, tarihi hasımlarımızla, düşmanlarımızla bir olup kendi ülkelerini alçakça kötüleme ve her türlü şirretliği göstermekten çekinmediler.
Bizden, kendimizden, içimizden sandıklarımızın nasıl da tüm mesailerini, İslam için değil, İslam davasını harcamak için sarf ettiklerini iliklerimize kadar yaşadık.
Çok çetin bir sınavdan geçtik. Milli ruh ve milli irade; Ne mektebi, ne kitabı, ne daireyi, ne kışlayı, ne mahkemeyi, ne gençliği, ne malı, ne canı, ne ırzı, ne namusu, ne bakkalı, ne sokağı, ne meydanı hainlere bırakmadı. İşte bu büyük sınav, bir yönü ile idrakin, dimdik ayakta duruşun ve haykırışın neticesinde şerrin hayra dönüşmesi ameliyesidir.
15 Temmuz’da yaşananlar, terör hadiseleri, Suriye ve Irak’taki durum belirsizlik gibi görünse de Türkiye’nin siyasi ve askeri hamleleri ve uyguladığı strateji ve istikrarlı duruşu sayesinde yaşanan hadiseler netice itibari ile hayırlara kapı aralamıştır.
Yeter ki ,15 Temmuz ruhunu bir an olsun kaybetmeyelim.