Televizyon, dizi ve sinema sektörü geçmişte iyi kötü DEĞER YARGILARI olan birilerinin çalıştığı, ürettiği bir sektördü.

30-40 sene öncesinde; ne ekranda bu kadar arsız konu ve sahneler yayımlanabilirdi ne de tek tük yayımlananlar,  bu kadar utanmazca, basitice savunulabilirdi.

Ben inanıyorum ki; bu gün, söz konusu sektörde çalışan ve üretenler, ekranlara getirenler kısacası; hem kültür üretenler hem de kültürü tüketenler, dünden daha eğitimli ve daha kültürlüdür. Zannederim ki; genele yakını da üniversiteyi bitirmiştir.

 Ancak ortaya çıkan eserlerde; zekâ, kültür ve değer yargılarının önemi;  aynı oranda artmamış, aksine azalmış ve yerlerde sürünmeye başlamıştır. Ekranları çoluk çocukla, ana, babayla, dede torunla seyretmek utanç haline gelmiştir.

Çünkü bizler,  kendi coğrafi yapımıza, kendi sosyal yapımıza ve kendi kültürel yapımıza göre; kendi çocuklarımızı yetiştirmeyi önemsemedik. Biz, millet olarak bunu başaramadık. Başarmak bir tarafa, yanlışın farkında bile olamadık.

Son yapılan dizilerden “Yasak Elma”da kadın karakter, asistanı olan genç kadına“kocasını baştan çıkarma” görevi veriyor mesela… İş bu raddeye kadar geldi.

Tüm kanallar gittikçe uç noktaları, toplumumuzun sözlüğünde olmayan günahları birbirinden kötü, sevgisiz, merhametsiz, basit, yoz, zevksiz ve süper ahlaksız hikâyeleri ekrana getirmek, anlatmak için birbiriyle yarışıyorlar.

Bu dizileri çeken ve izleyenler;  bizim ülkemizin eğitiminden geçmiş insanlardır.

Demek ki burada çok ama, çok büyük bir sorun var. Özellikle de eğitim sistemimizde ve verilen müfredat da çok büyük bir sorun var.

 Ülkemizde artan suç grafikleri, çözülen toplumsal ilişkiler,  dağılan aile yapısı, bunun en bariz göstergeleri değil midir?

Bu durum;  eğitim kurumlarımızda ki donanımlar, araç ve gereçler, akıllı tahtalar ve sayılmayacak kadar çok iyileştirmelerin ötesinde bir mesele olduğunu ortaya koymuyor mu?

Bunun bir kültür ve ahlak meselesi, hatta toplumumuzun var olma, yok olma meselesi haline geldiği yeterince açık değil mi?

Bu ülkenin dertlerini kendisine dert edinenlerin: “Bize, neler oluyor?” diye sormaları ve ivedilikle çare aramaları gerekmiyor mu?

Eski Milletvekillerimizden Bahri Dağdaş Bey, meclis kürsüsünden yerel şivesiyle milletvekillerine hitap edermiş. Muhalefete mensup milletvekillerinden biri, Meclis kürsüsünde bile şivesini değiştirmeyen, yerel şivesiyle konuşan Dağdaş’ a : “Sen git, önce konuşmanı düzelt de gel.” diye laf atmış. Rahmetli Dağdaş da ona : “ Ben Babamı çok seviyorum. Resmime bakıyorum, babama benzediğimi görünce, annemi daha çok seviyorum. Siz kime benziyorsunuz? Kimi daha çok seviyorsunuz? Onu bilemem.” demiş.

Yıllardır kime benzediklerine ve kimi sevdiklerine  bir türlü karar veremeyenler; bu milletin değerlerini yok etmeye çalıştılar. Değer yargılarının insanlarımız için önemini, hep gözden uzak tutmayı başardılar. İnsanı, insan olmaktan çıkaran değerleri, hep gündemde tutmanın gayret içinde oldular. Tele- Vole kültürüyle çocuklarımızın büyümesine çalıştılar. Çalışmaya da devam ediyorlar.

 Artık yetişen meyveleri hep birlikte görüyoruz. İnsani değerlerin hüküm sürmediği bir toplumda yaşamak; ne kadar değerli ve yaşamaya değer olabilir ki?  Değerlerimizi yok etmeye çalışanlar; kendilerini ne kadar korurlarsa korusunlar, şunu çok iyi bilsinler ki;  DEĞER YARGILARINI yitirmiş bir toplumda;  hiçbir zaman ve hiç kimse rahat ve huzur içinde olamaz.

 Çamurlu yollarda yürüyenler; zannetmesinler ki paçalarına çamur bulaşmaz?

“Kalp paraların geçerli olduğu bir piyasada, hiç kimse altın parayla alış veriş yapamaz.”