“Deprem öldürmez, depreme dayanıksız binalar öldürür” diyordu, merhum Deprem Dede Ahmet Mete Işıkara.

Bu seferde Elazığ’da gördük ve yaşadık…

ÖlenlerimizeAllah rahmet eylesin, yaralılara açıl şifalar versin.

Geride kalan biz fanilere de ibret almayı, yetkililere önlem almayı ve dahası önlemlerin artırılmasını nasip etsin.

Deprem bir doğa kanunu ve ülkemiz toprakları da kahir ekseriyetiyle deprem kuşağı üzerinde olduğuna göre her şeyden önce bu gerçekliği kabul edeceğiz.

Bu gerçeklikten hareketle, depremden kaçmak onu yok saymak yerine, depremle yaşamayı öğrenecek ve öğretecek formülleri geliştireceğiz.

Evet, Allah’ın takdiri, amenna; ancak tedbir almak ve hakkıyla tevekkül etmek de Allah’ın emri.

Hani, Resulullah(a.s) döneminde yaşanan meşhur deve örneği vardır:Ashaptan bir kişi ; “Ya Resulallah, deveyi bağlayıp da mı tevekkül edeyim, yoksa salıverip de mi tevekkül edeyim?” diye sordu.

Hz. Peygamber; “Bağla da öyle tevekkül et” buyurdu. (Tirmizi, Kıyame/60)

Yine bu hususta, Hz. Ömer’in meşhur Şam seferi esnasında yarı yolda iken Şam’da veba salgını olduğunu öğrendiğinde tereddüt geçiren ashaba gösterdiği tavır çok manidardır: “Evet, Allah’ın kaderinden kaçıp yine Allah’ın kaderine sığınıyorum.”

Tevekkül, bütün tedbirleri aldıktan sonra sonucu Allah’a bırakmaktır.

Bunu kim yapıyor olursa olsun gerçek tevekkülü icra ediyor demektir. 9.0 şiddetindeki bir depremi çok az bir kayıpla kapatan Japonya bunun en bariz örneğidir.

Çünkü Japonlar depremi bir olgu olarak kabul edip onunla yaşamayı öğrenecek çok önemli tecrübe ve birikimleri kazanarak yapılanmışlardır.

Bizde ise durum, biraz yaparak yaşayarak ilerliyor. Hala ‘Kervan yolda düzülür’ mantığıyla hareket ediyoruz.

Ve maalesef bir türlü jeolojiyle teolojiyi bir araya getiremedik..

Bir şehirde planlama yapılırken fay hattı gerçeği göz önünde bulundurulmuyorsa bunun adına tevekkül değil başka bir şey(!) denir.

Yeni binalar yapılırken deprem gerçeği dikkate alınmadan gelişigüzel yapılıyorsa bu çok açık bir kul hakkı ve insan hakları ihlalidir.

Bu anlamda hem yapan müteahhitler hem de buna göz yuman yetkililer sorumludur.

Bu tür sorumsuz davranışların kaderle bağlantısı kurularak Allah’a havale edilmesi açık bir bühtandır.

Öte yandan depremle insanların inanç veahlaki durumlarını doğrudan ilişkilendirmek de isabetli bir yaklaşım değildir.

Neticede bu dünya bir sınav yeridir. Sınavın şekli ve yönü farklı olsa da Allah biz kullarını kimi zaman mallarıyla, kimi zaman canlarıyla; kimi zaman korkuyla, kimi zaman açlıkla, kimi zaman da varlıkla sınar.

Belki böylesi bir sınavın tezahürü olarak bize hatırlatmalar yapar deprem.

O, kendine çok güvenen, “küçük dağları ben yarattım!” edasındaki mütekebbirlere haddini bildirir.

Ahireti unutup dünyaya dalan, ‘hiç ölmeyecekmiş gibi’ davranmaya başlayan insanlara, “durun kalabalıklar! Bu gidiş nereye?” ikazında bulunur.

Zilzal suresinde geçen o muhteşem kıyamet sahnesinin küçük bir provasıdır adeta deprem.

Deprem gaflet uykusunda kalanları sarsar, örseler ve bir nebze de olsa kendine getirir.

Deprem “ben” duygususun ağır bastığı toplumlarda, “biz” duygusu ve bilincinin tekrar hatırlanmasına vesile olur.

Çünkü acının ve gözyaşının dini, milliyeti ve cinsiyeti yoktur. Ateşin düştüğü yerde herkes vardır ve seferberdir.

Son deprem de göstermiştir ki ülkemiz insanı bu anlamda çok hassastır ve çok güzel bir sınav vermiştir.

Etnik kökeni ve bölgesi farklı yerlerden binlerce vatandaş hep birlikte tek vücut olarak deprem bölgesindeki yaraları sarmaya koşmuştur.

Bunun en güzel fotoğrafı, Ayşe ananın yıkıntılar arasından görevlilere uzattığı eldir.

İmdat çığlığı atan ve elini uzatan bir vatandaşa elini veren görevlinin eli orada devletin elidir.

Bu el, mazlumun ve mağdurun elidir. Her kim olursa olsun bu ele el verilir, sesine ses verilir ve öyle de olmuştur.

Depremin hemen akabinde organize olan çevre illerin kurum ve kuruluşları da bu alanda epeyce mesafe aldığımızın çok somut bir örneğidir.

Çok geçmiş olsun aziz milletim; Allah devletimize ve milletimize zeval vermesin…

27.01.2020

İHSAN ÜNLÜ