“DÎNİMİZİN DEĞİL, DÜNYAMIZIN DERTLİSİYİZ…”

İnsan dünyevîleştikçe sekülerleşiyor, dînî duyguları, inanç hassâsiyetleri zayıflıyor…

Günlük hayâtımızın akışı içerisinde bizi canlı tutan sâbitelerimiz; Allah inancı ve sevgisi/korkusu, Rasûl sevgisi ve bağlılığı, bizi bir sınırda tutan, haddimizi bilmemizi sağlayan âhiret inancıdır.

Bizi özel ve güzel kılan, helâl-haram ölçülerine olan saygımız ve bağlılığımızdır.

Biz dünyevîleştikçe ve seküler bir hayat tarzını benimseyip tercîh ettikçe, helâller aşınıyor, tahrip ediliyor, yerini harâmlara, bâtıl, bid’at, hurâfe ve isrâiliyyât düşüncelere, eylemlere, inanışlara bırakıyor…

İslâmın akîde ve ahlâk nizâmıyla olan bağımız her gün biraz daha zayıflıyor, inceliyor, kopma noktasına geliyor…

Hülâsâ; biz dünyevîleştikçe, hassâsiyetlerimiz aşınıyor, inançlarımız yara alıyor…

Bize bakan, bizde islâmı bulamıyor, bize bakan islâmdan uzaklaşıyor…

Karşımızda, tebliğe, dâvet ve irşâda muhatap ve muhtaç olan kim varsa bizden ürküyor, İslâmofobi gibi, deizm gibi, satanizm gibi şeytânî tuzakların ağına düşüyor…

Karşımızdaki kuşağın, umutlarımızı bağladığımız geleceğimizi imâr edecek neslin pek fazla bir islâmî duyarlılığı bulunmuyor…

Sadece hevâ ve heveslerinin, haz-hız ve kız düşüncesinin, tüketim çılgınlığının peşinde koşturan, kariyer ve konforu, parayı, egoizmi, sanal dünyayı, film-dizi, futbol, magazin gibi geçici dünya zevklerini hayatın bütünüymüş gibi algılayan ve değerlendiren ve bütün bunların peşinde gününü gün edip ömür tüketen bir nesilden kimse umut beklemesin.

Genç kuşaklar; maalesef uyuşturucuyla, sanal-sosyal(!) medya ile, boşa vakit harcamalarla hem zihnen hem de bedenen ölüp gidiyor gözümüzün önünde…

İşe yarar, dişe dokunur, dize derman, gönüllere ferahlık diyebileceğimiz bir şeyler ortaya koyamıyoruz ve geleceğimizin yokoluşunu hep birlikte seyrediyoruz…

Seyretmeye öylesine de alışmışız ki, çoğunlukla içimiz cız etmiyor, sıradan buluyoruz, “ne yapalım, yapacak bir şey yok” çâresizliği ve ilgisizliği içerisinde yüzümüzü buruşturup, bakıp geçiyoruz…

İntihar eden birini görünce şaşkınlığımızı, heyecânımızı, acıma duygularımızı kendimizden ve çevremizden gizleyemeyiz…

Ancak, topyekûn bir intihâr haline tutulmuşuz bunu görmeyiz, görmek istemeyiz.

Bizi kurtaracak olan; yeniden kardeşlik, yardımlaşma, kanaatkârlık, fedâkârlık, diğergâmlık, tevâzû, tevekkül, merhamet gibi yüce değerler…

Bizi kurtaracak olan; yeniden İslâmlaşma, Müslümanlaşma çabalarımız olacaktır.

Oturup geçmişe “nasûh tevbe” etmeli, geleceğe yeniden “bismillâh” demeli, modern ve teknik tâbiriyle kendimize “reset” atmalı, fıtrat ayarlarımıza dönmeliyiz.

Hayâtımızı vahyin ve vahyi en kusursuz anlayan ve hayâtına tatbîk eden Rasûlün örnekliğiyle yaşamaya îman etmeli, söz vermeliyiz.

Rabbimizin; “İman edenlerin Allah'ı anma ve O'ndan inen Kur'an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan bir çoğu yoldan çıkmış kimselerdir.” (Hadîd, 57/16) Fermânına kulak vermeliyiz.

Ve; “Ey iman edenler! Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve âhiret gününü inkâr eden kimse iyice sapıtmıştır.” (Nîsâ, 4/136) düstûrundan hareketle, îmanlarımızı yenilemeli, tâzelemeliyiz…

Tâze bir rûh, yepyeni bir heyecân, sarsılmaz bir sebât/kararlılık, azîm bir şahsiyet ve karakter…

Dürüst, riyâsız, hîle ve hurdası olmayan, yalan ve dalavereden uzak, samimiyet dolu, nifâk ve şirkten arındırılmış, sevgi ve merhametle mayalanmış bir îman ve İslâmi hayat…

Ertelenen İslâmî hayata yeniden dönüş azmi ve kararlılığı… Müslüman olma, Müslüman kalma ve Müslüman ölme gayret ve coşkusu…

Ailelerimiz, okullarımız, eğitim-öğretim adına ortaya çıkmış tüm kurumlarımız; İslâmın bu toplum ve bütün toplumlar için “varlık nedeni” olduğunu anlatmalı her fırsatta…

İslâmı yitirdiğimiz zaman; dünyamızın harâp olacağını, âhiretimizin berbâd olacağını, ebed arzûsunun yok olacağını ve insanın ne dünya da, ne ahirette tutunacak bir dalının olmayacağını ezberletmeli nesillere…

Sadece sözde kalan, hayâta aktarılmayan, insanların dimağında bir “kültür” olmaktan öte bir anlam ifâde etmeyen fikrin, dînin hiç kimseye faydası yoktur, hiçbir kıymet-i harbiyesi olmayacaktır.

Dînini, İslâm inancını yitiren ya da dîniyle olan ilişkisini bitiren bir nesil; sahte dinler, inanışlar, hurâfeler üretmekten, hızın ve hazın peşinde koşmaktan, nefsinin behîmî heveslerinin ardından yürümekten ve onun kölesi olup kalmaktan aslâ kurtulamaz.

İnsan biterse hayat biter, insanlık biterse dünya tımarhâneye döner.

Dünyâmızın değil, dînimizin dertlisi olmalı, dünyâ hayâtımızı dînimizin öğretileri istikâmetinde yeniden tanzîm etmeliyiz.

Şeref İŞLEYEN

28 Mayıs 2019 Salı

www.serefisleyen.com