GERÇEK HAYAT DERGİSİNDEN ALINAN PROF. DR. ERDAL AKPINAR İLE SÖYLEŞİ

Türkiye’de son on yılda gerek devlet, gerekse vakıflar tarafından kurulan yeni üniversite sayısı 100 kadar olup, toplam sayı 180’e yaklaşmıştır. Hiç kuşkusuz geçmiş yıllar ile karşılaştırıldığında sayısal bakımdan dikkate değer bir artış söz konusudur. Diğer yandan Hindistan’da 8400, ABD’de 5750 civarında üniversite bulunduğunu; Filipinler, Arjantin, Meksika, İspanya, Bangladeş, Endonezya, Japonya, Fransa, Çin ve Rusya Federasyonu gibi ülkelerin 1000’in üzerinde üniversiteye sahip olduklarını unutmamak gerekir. Üstelik bu ülkelerin bazıları ekonomik gelişmişlik ve nüfus büyüklüğü bakımından Türkiye’nin oldukça gerisindedir. Esasen Türkiye, yeni üniversiteler açma ve üniversiteleri ülke sathına yayma hususunda geç kalmış, bu gecikmişliğini 2000’li yıllardan itibaren telafi etme çabasına girmiştir. Bu kapsamda son on yılda 100’den fazla yeni üniversite açılması ve her ile en azından bir devlet üniversitesi kurulması bazı sorunları beraberinde getirse de, orta ve uzun vadede büyük yararlar sağlayacaktır. Bu alanda yaşanan gelişmelerin etkisiyle Anadolu insanına üniversite kapıları açılmış, eski oligarşik yapı etkisini ve egemenliğini büyük ölçüde yitirmiştir. Şehirlerimiz üniversiteyle, bilimle, araştırmayla ve bilim adamlarıyla buluşmuş; bu buluşmadan ulusal ve bölgesel kalkınma noktasında olumlu sinyaller alınmaya başlanmıştır.    
  Siz de yakın geçmişte kurulan yeni bir üniversitede görev yapıyorsunuz. Üniversitelerin kısa sürede sayısının artması akademik kadro, tesis vb açılardan sorun oluşturuyor mu?
 
Şüphesiz. Bazı eski üniversitelerimiz de dahil, yeni kurulan üniversitelerimizin en önemli ihtiyacı iyi yetişmiş akademik personeldir. Esasen bu ihtiyacın giderilmesi için başta YÖK, Milli Eğitim Bakanlığı ve üniversiteler olmak üzere çeşitli kurum ve kuruluşlar bazı projeler uyguluyorsa da açığın büyük olması nedeniyle sorunlar devam etmektedir. Ayrıca YÖK’ün Öğretim Elemanı Yetiştirme Programı (ÖYP) ve bakanlığın yurtdışı lisansüstü eğitim programları beklentileri karşılayamamaktadır. Örneğin köklü üniversitelerin akademik ve lojistik desteğiyle daha ziyade yeni üniversitelere öğretim elemanı yetiştirmek amacıyla YÖK tarafından yürürlüğe konan ÖYP programı, bir süre sonra tersine dönmüş, köklü üniversitelere kaynak yaratan mekanizmalara dönüşmüştür. Yeni üniversitelerin pek çoğunda kampüsleşme süreci sürmekte olup, kuruluş aşamasında olmanın çok çeşitli güçlükleri hem öğrenciler, hem de personel tarafından birlikte yaşanmaktadır. Bütün bu zorluklara rağmen taşra üniversitesinde büyük bir enerjinin olduğunu da belirtmek gerekir. Nitekim yeni üniversitelerimizden bazıları öğrenci ve akademik personel sayısı, bilimsel yayın sıralaması ve sempozyum, kongre gibi etkinlikler bakımından oldukça büyük mesafeler kat etmişler, köklü üniversiteleri dahi geride bırakmışlardır.  
 Üniversiteler kadrolarını nasıl oluşturmaktadır? Şehirlerde daha önce yüksekokulu ya da fakültesi bulunan eski üniversitelerin yeni üniversiteler üzerinde tasarrufu sürüyor mu?   
Üniversiteler akademik kadrolarını 2547 sayılı YÖK Kanunu kapsamında oluşturmaktadırlar. Adı geçen kanun, araştırma görevlisi, öğretim görevlisi ve okutman gibi kadrolara akademisyen alımını nispeten kesin kurallara bağlamıştır. Buna karşın yardımcı doçent, doçent ve profesör atamalarında üniversite bünyesindeki çeşitli kurullar, yönetim organları ve yöneticiler belirli ölçüde etkili olmaktadır. Esasen mevzuatımız, bazı batı ülkelerindeki mevzuatlardan çok da farklı değildir. Ancak uygulamada sanırım şarklı oluşumuzdan kaynaklanan arızalı yanlarımız devreye girmekte; ihtiyaç, liyakat, bilimsellik, yararlılık gibi olması gereken kriterlerin yerini, küçük hesaplar alabilmektedir. Özellikle henüz tam olarak kurumsallaşamamış veya ülkemizin en müzmin hastalıklarından biri olan grupçuluğun etkili olduğu üniversitelerde gündelik hayatta sıkça duyduğumuz “işe göre adam değil, adama göre iş” sözüne maalesef sıkça şahit olunabilmektedir. Sorunuzun ikinci kısmına gelince; eski üniversitelerin pek çoğu bünyelerinden doğan yeni üniversiteleri korumak ve kollamak yerine oraları yeni yayılım alanları olarak görmüş, gerek akademik, gerekse yönetsel bakımdan nispeten hoyrat bir şekilde kullanmışlardır. Gerçekten de ODTÜ’nün Gaziantep Üniversitesi’nin veya Gazi Üniversitesi’nin çevresindeki birkaç yeni üniversitenin kuruluşları sürecinde sergilediği büyük akademik desteğin benzerini az sayıda üniversitemiz sergileyebilmiştir. Kanaatimce yeni üniversiteler kendi hallerine bırakılsa çok daha sağlıklı planlamalar yaparak, çok daha iyi sonuçlar alabilirlerdi.
Yeni üniversitelere öğrenci rağbeti nasıl? Ayrıca öğrenci profilinden bahsedebilir misiniz?
Yeni üniversitelerin kurulması yanında, eski üniversitelerin öğrenci kapasitelerini artırması ve nüfuz artış hızındaki yavaşlamaya paralel olarak üniversite kapısında bekleyen öğrenci sayısı giderek azalmaktadır. Diğer yandan devlet ve vakıf üniversitelerinin büyük bir kısmının başta İstanbul ve Ankara olmak üzere metropol kentlerimizde toplanması doğal olarak öğrencileri buralara çekmektedir. Bu durum doğal olarak taşra üniversitelerinde fakülte ve yüksekokullarda açık bulunan pek çok bölüme öğrenci rağbetini azaltmaktadır. Ayrıca ülkemizde üniversite eğitimi birinci derecede iş ve istihdam amacıyla yapılmakta olduğundan, özellikle kamudaki istihdam planlamaları öğrenci tercihlerini ciddi şekilde etkilemektedir. Örneğin pekçok Anadolu üniversitesinin Fen Edebiyat Fakültelerinin bazı programları öğretmen olabilme imkânlarının daralması nedeniyle kapanma noktasına gelmiştir. Gerek devlet, gerekse vakıf üniversitelerinde yeni mesleklere ve istihdama yönelik bölümler daha fazla rağbet görmektedir. 
Küçük şehirlerde kurulu taşra üniversitelerinin büyük üniversitelerle yarışması kolay değil. Bu bağlamda yeni kurulmuş üniversitelerin yapması gereken neler var, sizin bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?
Çok doğru. Esasen üniversitelerin birkaç işlevi var. Öğrenciyi eğitmek, araştırma yapmak, projeleriyle çeşitli kurum ve kuruluşlara bilimsel ve teknik destek sunmak gibi. Her üniversite kendi bünyesine uygun olarak bunlardan birini veya birkaçını tercih edebilir. Türkiye üniversiteleri olarak bizim sorunlarımızdan biri, bu ayrımları dikkate almamamızdır. Her üniversite her şeyi yapmaya kalkmakta, sonuçta hiçbir şeyi layıkıyla yerine getirememektedir. Bu planlamaların merkezi yönetimin de (YÖK ve DPT gibi) yönlendirmesiyle sağlıklı bir şekilde yapılması gerekir. Buna dikkat eden az sayıda üniversitemiz gerçekten başarılı sonuçlar elde etmektedir. Diğer yandan gelişmenin yolu, alanında çok daha iyi olan ulusal ve uluslararası nitelikli üniversitelerle işbirliğinden geçer. Çeşitli antlaşmalar yapmak suretiyle mutlaka dışa açılmak gerekir. Özellikle akademisyen ve öğrenci hareketliliği programlarını aktif bir şekilde kullanmakta büyük yarar vardır. Son olarak şunu da söylemek gerekir ki, bugünkü koşullarda mevcut bütçe imkanlarıyla büyük üniversitelerle rekabet etmek mümkün değildir. Gerek yerel kaynaklar, gerekse projeler yapmak suretiyle farklı kamu ve özel sektör kaynakları temin edilmeli, ekonomik imkanlar mutlaka genişletilmelidir. Taşra üniversitelerinin büyüyüp serpilmesi biraz da yerel imkânlarıyla alakalı. Remi ya da sivil kuruluşların üniversiteyle el ele vermesi gerekiyor. Bu ilişkiler ne düzeyde? Şehir üniversitesinin olmasının ne kadar farkında?
Doğrusu tamamını bilemiyorum. Ancak bazı üniversitelerimiz var ki, büyük ölçüde bulundukları şehirlerin veya bazı iş adamalarının omuzları üzerinde yükselmiştir. Kayseri, Muğla, Bolu ve Ağrı bunlardan birkaçı. Kendi üniversitem olan Erzincan Üniversitesi’nin kuruluş sürecinde de şehrin, yöre insanının ve sivil toplum örgütlerinin büyük katkısı olmuştur. Şehirler üniversitelerine destek vermeli, üniversiteler de bulundukları şehre ve yöre halkına dönük kurumlar olmalıdır. Esasen bu husus köklü üniversiteleri bulunan ülkelerde de böyle işlemektedir. Şehirlerin yöneticileri pek çok sosyal, kültürel, ekonomik, mimari ve şehircilik etkinliğini üniversiteyle birlikte planlamakta ve ifa etmekte; üniversiteler de pek çok aktivitelerini bulundukları şehirlerin potansiyelini harekete geçirecek şekilde yürütmektedirler. Kuşkusuz bundan her iki taraf da (aslında taraf diye bir şey de yoktur. Örneğin İngiltere’nin köklü üniversiteleri olan Cambridge, Oxford ve Durham gibi üniversitelerin mi o şehirleri var ettiği, yoksa o şehirlerin mi adı geçen üniversiteleri ortaya çıkardığı tartışmalıdır) yarar sağlamaktadır.
5-    Siz aynı zamanda Birlik Vakfı Erzincan Şubesi Başkanlığını da yürütüyorsunuz. Bir anlamda sivil bir entelektüel alanın oluşmasına da öncülük yapmaya çalışıyorsunuz? Vakıfta ne tür faaliyetler yapıyorsunuz?
Evet. Yaklaşık 7-8 aydır bir vakıf faaliyeti yürütmekteyiz. Faaliyetlerimiz biraz daha bilimsel, kültürel ve eğitim ağırlıklı. Seminerler, konferanslar, okumalar, kurslar vs. Bunların yanında sosyal faaliyetlere de (Mısır’daki katliamın protesto edilmesi ve burs faaliyetleri gibi) yer vermekteyiz. Dikkate değer bir takipçi kitlesi var. Ayrıca faaliyetlerimizi web sitemizden ve yerel basın organlarından yayınlamaktayız. Faaliyetlerimizi konu alan ilk bültenimiz çıktı. Kısacası şimdilik iyi gidiyor. Kesin olarak şunu söyleyebilirim ki üniversite olmasaydı bu niteliklere haiz bir vakıf faaliyetini yürütmek pek mümkün olmazdı. Vakfımız, adeta üniversiteyle Erzincan halkının kesişme, buluşma noktası oldu.
 Üniversiteyi de içine katarak soruyorum, küçük şehirlerde entelektüel hayat nasıl, çalışmalara rağbet var mı?
Erzincan; maalesef nüfusunun azlığı yanında büyük ölçüde yaşadığı depremlerin ve göçlerin etkisiyle güçlü bir gelenek oluşturamamış, yeşillikler içerisindeki naif mimari dokusu giderek bozulan, yetkin bir eşraftan yoksun, kültürel aktarımını gerçekleştirmede sorun yaşayan 100 bin nüfuslu bir şehrimiz. Dolayısıyla entelektüel faaliyetler muadil şehirlere göre nispeten zayıf. Bununla birlikte şehrin sosyal ve kültürel alanda geçmişte yaşadığı parlak günler hafızalardaki yerini korumaktadır. Son zamanlarda bu parlak günlerin özlemi daha fazla hissedilir olmuştur. Sanırım biraz da bu özlemin etkisiyle şehirde kültürel hayatı canlandırmaya dönük faaliyetlerde belirgin bir hareketlilik söz konusudur.   
Editör: Doğu Gazetesi