Arkadaşımız Kemal Özdemir’i kutluyoruz kimsenin göremediğini görerek, canım Girlevik Şelalesi’nin etrafının Toki binalarıyla doldurulduğunu fotoğraflayarak yazdı.
         Evet, yeşilin yerine beton.
         Kent merkezine 30 km. uzaklıkta ağaçla, çimenle, çiçekle bezenmiş kent insanının hayatın karmaşasından uzaklaşıp sığındığı Girlevik Şelalesi artık kaybedilen bir değerdir.
         Kaybedilen diyorum çünkü bugüne kadar Erzincan’da çevreyi tehdit eden hiçbir proje durdurulmadı, iptal edilmedi. Bir halk tepkisi de olmayacağına göre…
         Sadece şelalenin çevresi değil kendisiyle ilgili herhangi bir tasarrufta da hiçbir hak iddia edilemeyecektir. Çünkü bu turistik alan kamulaştırılmamıştır.
         Vali Sayın Abdulkadir Demir kamulaştırmaya çalışmış fakat zaman kâfi gelmemiş Denizli’ye atanmıştı.
         Her gün bu güzel coğrafyanın bir köşesini kaybediyoruz.
         Beldelerin yaptığı yüzlerce Toki binası, insan eliyle- taş ocakları marifetiyle yok edilen tarihi değerler, yapılan barajlar, fabrika artıklarıyla kirletilen Fırat...
         Görünce içimiz acıyor.
         Avrupalı, bir çiçek, bir bitki için şehrimize geliyor. Biz var olan bir değeri görmemek, yıkmak için çırpınıyoruz.
         Geçtiğimiz hafta bahçe kültürlerinde, İngiltere’den gelen Fergus Garrett’in konferansına katıldım.
         Ülkelerinde çeşitli bitki türleriyle oluşturdukları altı dönümlük bahçelerini yılda 60 bin kişinin yüksek ücretle ziyaret ettiğini söylemişti.
         İngiltere’de toplam 2800 olan bitki türüne karşılık sadece Erzincan’da 2000 çeşit bitki türü olduğunu belirtmişti.
         Doç. Dr. Ali Kandemir hocamız ise Erzincan’da toprağa basmaya dahi kıyamadığını her on metrede özel bir türe rastlandığını, böyle bir coğrafyanın tamamının başka bir yerde milli park ilan edileceğini söylüyor.
         Böyle bir doğa herkese nasip olacak bir şey değil. Fakat bu nimetin ne kadar farkındayız?
         Herkes bir ucundan tutmuş hoyratça kullanıyor doğayı.
         Bu tabiatın kent için avantaja çevrilip çevrilemediğini yöneticilerimiz sorgulamalıdır artık.
         Geçici, hiçbir kalıcılığı olmayan küçük operasyonlarla mıncıklamayı bırakmak elli yıl sonrasını düşünerek ciddi planlamalar yapmalıyız artık.
        Bir taraftan Ergan Dağı’na trilyonlar harcayarak kış sporlarına uygun hale getirmeye çalışıyor, diğer taraftan yine trilyonlar harcayarak barajlar inşa ediyoruz.
         Kış merkezleri, karın erimesini geciktirmek için çatılarını dahi söktürüyor. Ama biz yapılan barajların karasal iklimin hissedildiği bu coğrafyayı nasıl etkileyeceğini dahi hesap edemiyoruz. Ve de harcadığımız bu paralarla yüzlerce endemik bitkiyi de ebediyen yok etmiş oluyoruz.
         Bu şehrin deprem gerçeğini biliyoruz ama hala zemini sağlam yamaçlarda hayvanları otarıyor, yarın en ufak bir sarsıntıda çökecek olan ovada ise insanları yaşatıyoruz.
         Günümüzde kentler ekolojik kentsel dönüşümü gerçekleştirmek için birbiriyle yarışıyor. Bizim şehrimiz, beldelerimiz ve hatta köylerimiz toki binalarıyla yarışıyor. 
         Üreten insanları tüketen konumuna getirmenin dışında bir köy yerinde beş katlı bir bina hangi amaçla kullanılabilir.
         Bu kentte deprem gerçeği dikkate alınmıyorsa, doğası önemsenmiyorsa, tarihi değerleri ciddiye alınmıyorsa, var olan kaynaklarını geleceğe taşıma kaygısı yoksa, mimarisi, estetiği önemli değilse bu kent için önemli olan nedir?
 
         Yaşadığımız şehri daha yaşanabilir olması için bana ne canım dememeli, görmeli, kafaya takmalı ve konuşmalıyız artık. Erzincan’ı terk etmeyeceğimize göre güzelleştirmekten başka çaremiz yok. Yapılacak her güzel şey bu kent için, insanı için…