GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE MUKÂYESE VE BİR MUHÂSEBE

Allâh (c.c.) Kitâb-ı Kerîm’inde buyuruyor: “Rasûl der ki: Ey Rabbim! Kavmim bu Kur'ân'ı büsbütün terk ettiler.” (Furkân, 30) Ve Rabbimizin mübârek mesajlarını bize bizzat örnekliğiyle taşıyan rehberimiz Rasûlullâh (s.a.v) Efendimiz buyurmuşlardır ki; “iki günü müsâvî olan ziyandadır.” (Beyhâkî)

Bizim iki günümüz değil, ömrümüz müsâvîdir hatta ondan da geridedir ey Allâh’ın Rasûlü… 14 asır önce ne dediysen, niçin söylemişsen, onları yüzlerce kez tekrarlasak ta faydası yoktur. Bize okumak ta fayda vermiyor, dinlemek te… Senin giyimini, yemeğini, saç-sakalını örnek alanlar, senin mesajını anlamadılar. Senin sünnetini yaşadıklarını iddia edenler, Allâh’ın farzlarını unuttular…

Oruç tutarak seherlerden akşamlara kadar yemediler ancak, kul hakkı yediler! “Domuz eti yemek haramdır” deyip, yetim hakkı yediler. Kardeşinin gıybetini ederek, onun ölmüş etini yemiş gibi oldular. Cemaat namazına dikkat ettiler ama cemaatin haklarına dikkat etmediler.  Bu devrin cahili de, o devrin cahili de, kâfiri de, müşriği de, münâfığı da senin dininde olduğunu sanıyor ve söylüyor…

Kaçan da “Allâh” diyor, kovalayan da… Ölende “Allâhu Ekber” deyip tekbir getiriyor, öldürende! Seni sevenler, senin yolunda olduğunu iddia edenler, senden sonra o kadar yanlışlara düştüler ki, bu yanlışlar yüzünden azgın bir toplum haline geldiler… Allâh’ın dînini Allâh’ın düşmanları parçaladı, biz parçalarla oyalandık… “Hz. Hüseyin neden öldü, Yezid niye öldürüldü, kim haklı, kim haksızdır?” Dâvâsı hâlâ yürürlükte… Ne değişti ki? Hâlâ devrin Yezidleri, cihânın Hüseyin’lerini öldürür, hâlâ Kerbelâ’da susuz kalmış nesiller var; Sûriye, Irak, Filistin, Arakan/Myanmar örnekleri önümüzde… Görünen o ki, değişen bir şey yoktur!

Bugün İslâm dünyası çok perişan… Çünkü Hz. Ebû Bekir’ler, Hz. Ömer’ler, Hz. Ali’ler, Hz. Osman’lar yoktur. Onlar bir yana, Ebû Tâlip’ler, Varaka gibi şahsiyet sahipleri bile yok… Usâme b. Zeyd gibi gençlerimiz yoktur artık! Mus’ab’lar Uhud’da öldürüldü, Hamza’ların ciğeri de orada dağlandı… Artık Uhud’a gidenimiz ve gidip te Medine’sini koruyanımız yoktur. Aramızda bir Hendek kazmışız, o hendeği geçebilen yiğitlerde yoktur artık…

Ey Allâh’ın Rasûlü! Sana benzemek istedik… Yürüyüşümüzle, giyimimizle, yemek kültürümüzle, yaşam biçimimizle ama nasıl olduysa döndük, döndürüldük, tahkîki iman sahibi olan Müslümanlar olmaktan uzaklaştırıldık! Dün Bedr’de Allâh’ın düşmanlarıyla savaşıyorduk ama bugün aynı inancın mü’minleri olan bizler, İslâm mirasını bize taşıyan atalarımızı, âlimlerimizi, veliyyullâhı beğenmiyor, “kardeşim” dediğimiz kimselerle fikir planında savaşıyoruz! Veya karşımızda Müslüman (!) olduğunu söyleyip “Lâ ilâhe İllallâh” diyen, kendilerini Müslüman gibi gösteren emperyalistlerle, mazlum, mâsum ve mustaz’afları katleden kasaplarla hesaplaşmıyoruz. Dinimiz için savaşmıyoruz. Savaşımız artık dünyamız için, makamlarımız için, koltuklarımız için, kadınlar için… Namaz kılan, oruç tutan dindaşlarımızla, lâiklik ve demokrasi adına kavgalar ediyoruz… Şehâdet getiren Müslümanlarla çatışıyoruz..!

Allâh’ın koyduğu; “Müslüman,  mü’min, imân eden, teslîm olan, muvahhid” gibi anlam yüklü adları beğenmedik, kendimiz nesillerimize “Kaya” gibi “Taş” gibi, “Tunç” gibi, “Sanem” gibi “Oral” gibi, “Tankut” gibi “Döndü” gibi, “Satılmış” gibi adlar koyduk…

Müslümanlara kâfir dedik, insanların dertlerini/şikâyetlerini okuyup onlara münâfık dedik, özümüzden, kendimizden, egolarımızdan başka kimseyi beğenmedik. İslâmı özümüz gibi anlamayan Müslümanlara “Hak yoldan sapmış” dedik, kendi gözümüzdeki kiri görmeyip, başkasının gözünde çöp aradık… Pislik içerisinde otururken, başkalarına “etrâfını niye temizlemiyorsun?” diye sitemler ettik… Biz yalnız kişilerle, şahsiyetlerle uğraştık, nefislerimizle değil… Nefislerimizi öldüremedik, Nesillerimizi öldürdük, Müslümanları öldürdük… Dinimizi düşmanlardan müdâfaa etmek için düşmanla, şeytanla aramıza hendekler kazmak yerine kardeşimizin ayağının altına, yollara kuyular, çukurlar kazdık, mayınlar döşedik… Sonunda kazdığımız kuyulara mânen kendimiz düştük ey Allâh’ın Rasûlü!

Sana inen kitâbı başımızın üstüne kaldırıp, elimizin ulaşamayacağı yerlere koyduk, “pek mübârek ve mukaddestir” deyip dokunmadık, onun bereketini ve kudsiyyetini kendimize yaklaştırmadık. Dokununca da okumak için değil, tozunu almak için dokunduk. Sanki bize inmemişti de, yalnız sana inmişti yâ Rasûlallâh… Ve senin gidişinle de sanki hayatımızdan çıktı, onu örnek alamadık… Bir meselemiz olunca, cevabını ondan çıkaramadık… Her söz sahibi bir şey söyledi, bir tarafa çekti, Rabbimizin murâd ettiği mânâyı bir türlü tutturamadık… Beceriksizlikleri yüzünden mes’elelerine Allâh’ın kitabından çâre aktaramayanlar, başkalarının kitaplarına yönelerek çareler aradı ve muhâlif düşünceler çoğaldıkça, fikirlerde paramparça oldu…

Dünya yalan dünyadır. Müşrik eğridir, münafık eğridir, kâfir eğridir. Eğri cetvelden doğru çizgi çıkmaz. Gönül dünyası virâne olan bedbaht kimseden, güzel davranış beklenmez. Niyetleri samimiyetsiz ve karanlık olanların, yürekleri aydınlık olmaz. Küpün içinde ne varsa, dışına sızacak olan da odur. İnsanın bütün davranışları iç dünyasının aynasıdır.

Bugün Kâbe’nin içinde put yoktur artık ama gönüllerimiz putlarla, kafalarımız tabularla doludur. Kâbe’deki putlardan kurtulduk lâkin Hâcerü’l-Esved’i, sakal-ı şerif’i, hırka-i saadet’i putlaştırdık, bunlara el vurmayı, dokunmayı “din” sayanlarımız var ve bu sebeple çıkan izdihamdan din kardeşlerini ezenler var…

Hz. İbrâhim makâmında namaz kılmak için hakka vâsıl olduk, ezdik ve ezildik ancak bugün içimizdeki putları kırıp kendi dünyamızı/medeniyet şehrimizi kuramadık… Hâlâ “kim haklı,  kim haksız” onun tartışmasını yapıyoruz. Allâh’ın kullarına soracağı suâlleri biz soruyoruz. Hâlâ kimin kâfir, kimin Müslüman olduğunu biz tâyin ediyoruz. Hâlâ cennetlik ve cehennemlik insanları biz seçiyoruz… “Falancası Müslümandır” sözünden ziyâde, “filâncası kâfirdir” sözünü söylemeyi daha çok seviyoruz..!

Netice itibariyle; biz özümüzü unuttuk, Rasûlullâh’ı unuttuk, onun getirdiklerini unuttuk, onu bize rehber göndereni unuttuk ve bizler bu unutkanlığımızın neticesinde şeytanın oyuncakları olduk!  O şeytân ki bizim ezelî ve ebedî düşmanımızdır. Bu unutkanlığın neticesinde dost ve düşmanımızı tanıyamadık, nefsimizi özümüze dost bildik, bir taraftan “lâ ilâhe illallah” dedik, öte yandan nefsimizin kul ve kölesi olduk…

Yüce Allâh biz Müslümanları nefislerimizin şerrinden korusun, bize iman gücü versin, İslâmı ve Müslümanları parçalamak isteyen kuvvetlere fırsat vermesin. Müslümanlar üzerinde oynanan oyunları boşa çıkarsın, Müslümanlara da akıl ve ferâset versin ki, bu oyunlara gelmesin.

04.10.2017

Şeref İŞLEYEN