Hani derler, Cevizi hafifliği insanı da dili rezil edermiş. Önce yüreğine gözünü çevirip, sonrada diline parola sorarak konuşan,  vicdanındaki adalet terazisini aklı ile mecz ederek, düşüncelerini ortaya koyan kaç düşünür, kaç yazar,kaç ilim adamı, kaç bilim adamı var ? Hal böyle olunca ortalama insan topluluklarına neyi anlatacaksınız, muhataplarınıza neyi aktaracaksınız?

            Ancak kılçıklı düşünceler, düal(ikili) ne anlama geldiği bile anlaşılmayan toplumu bilinçlendirmek, doğruya yönlendirmekten ziyade kendi ikballerini sağlamlaştırma derdinde olanların hay huyları.

Etrafımızdaki, çevremizdeki güzellikleri görmeyip, görmek istemeyip hep uzak diyarlarda hazine aramaya giden, bilmediği diyarlara övgüler yağdırarak, oralarda hazine olduğunu zanneden ve bir türlü aradığını bulamayan, şükür kapısını devamlı kapalı tutan, şikayet ikliminden bir türlü rıza iklimine giremeyen adamı oynuyoruz adeta…

Dozajı alabildiğine yüksek bir fanatizm, radikal düşünceler, marjinal yaklaşımlar sporda, siyasette alabildiğine hız kesmeden devam ediyor. Tüm güzelliklerin üzerini örtmede adeta siyah bir örtü… Siyasi mülahazalarla reddetmenin, doğru ve güzel olana akl-ı selimle, objektif bir bakış açısı ile odaklanamama adeta toplumsal bir hastalık haline geldi.

Güzel tanımı “GÜZEL” dir diyenlere inat, her güzelliğe, iyiye doğruya, memleket hayrına olan her türlü yaklaşıma içinde ben yoksam kötüdür diyerek ideolojik kalıplar giydirme çabası, güzel olanı bu şekilde tanımlama gayreti, şartlı bakışların kör makasları ile her güzelliği budama çabası…

Güzellikleri ve içinde barındırdığı renkleri görebilmek için ene’ den (ben) den sıyrılmak, düşünceye yelken açmak, hadiseleri vicdan aynasında test etmek, zihnen değişmek, takma gözlerle, ideolojik yaklaşımlarla değil objektif bir bakış açısı ve duru bir vicdanla bakmak gerekir ki, toplumumuzun ekserisinin eksikliği de bu noktadadır.

Hakiki insan, yüksek mefkûrelerle donanmış fertler, şartlanmışlığın ötesinde, güzel olan, hayırlı olan her hizmete her hayırlı işe güzel diyebilen kişidir. Bu ülke insanına anlatacağı bir şeyleri olanlar, bu ülke insanı ile paylaşmak zorunda olduğu değerlerin kıymetini kadrini bilenler, ülke insanının kültürünü, inancını bilenler her yapılana ideoloji külahı geçirmeden yanlış olana yanlış deme doğru olanı da takdir etme hissi ile dolmalıdır ki, “tarafgirlik” toplumda neşvü nema bulmasın.

Aksi takdirde, şartlanmış düşünceden kendisini soyutlayamamış, başkalarının hayat figüranı olanların camii içinde dahi olsa, tiyatroya, sinemaya, operaya da gitse, hakikati bulması ve toplum yararına faydalı işler yapması düşünülemez. Zira böylesi şartlanmış ruhların ne zaman öpeceği ne zaman ısıracağı da belli olmadığı gibi egonun ve benliğin girdabında hissiyatın ve vicdanın sesi duyulmaz.

Şirazesinden çıkmış bir dünyada ortak duyuş, ortak düşünüş ve birlikte yaşama sevdasından asla taviz vermeyecek bir duruşa her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Fikriyatımız, siyasi düşüncemiz ne olursa olsun, güzelliği örten birlik ve kardeşliği zedeleyen radikal tavırlardan uzak olmak, birlik ve beraberliğe, huzur ve emniyete ulaşmada en kestirme yol.

Gönlünü güzelliğe açamamış, yarasalar gibi hep viraneleri kollayan, aydınlıktan rahatsız olan, kendisi ile kavgalı olan tiplerden her güzellik kaçacak delik arar. İdeolojik saplantılardan uzaklaştıkça güzellikler, hayırlı işler, hayırlı hizmetler ne yönden gelirse gelsin tüm renk ve desenleri ile insanın içini okşar.

Aksi taktirde, yürümeyi yeni öğrenen çocuklar gibi bir yerlere tutunarak yürümeye çalışmaktan ve tutunduğu şeyin zaviyesinden baktıkça, güzel olana ulaşmak hiçbir zaman mümkün olmayacağı gibi, ben yaparsam güzeldir, herkes güzel demelidir gibi bulanık bir zihniyet ortaya çıkar ki, bu da toplumun dezenformasyonuna yol açar.

Kendilerini iyi gören kötülerle, kendilerini kötü gören iyilerin dünyasında kendilerini kötü gören iyilerin, nefislerini her gün sorguya çeken, ülkeme bir faydam dokundu mu diye düşünen iyilerin çoğalması temennisi ile…