“İşte şeref-vârid olan emirnâme-i cenâb-ı mürşid-i a’zam (Hacı Fevzi Efendi ) ’nin mektup suretidir:

fevvvzi

   ‘Ya hazret,

Metin Kutusu: Şeyh Fevzi Efendi, Erzincan 1909bir taraftan ibâdât u tâ’ât ile memur olduğumuz gibi, bir cihetten de şefkat alâ-halkillâh ile de memuruz. Elimizden geleni ifa, gelmeyenler için de tavassut ve dua vazifemizdir. Ya hayra fail olmak ya delalet etmekle mükellefiz. Şimdi ordu-yıhümâyûnda müstahdem zabitandan künyesi melfûf Ali Efendi oğlunuzu ya me’mûriyyet-i münâsibe ile buraya veyahut bulunduğu mahallin pek nazîk olması hasebiyle vücutça olan zafiyeti cihetle oldukça râhat-ı vücûd hâsıl edebilecek bir mahalle tayinini niyaz ediyorum hem de rica.

         Katmerli muhabbetnamenin bâlâsındaki kalem ve ifade ve hatt-ı talîk alelade Rüşdü Bey’in ve sonraki şu hutût ise paşa muhlisinizin olması her ikisinin de şu temennaya iştiraklerini gösteriyor. Artık gerek fakirin ricasının ve gerek onların temennasının karîn-i kabûl olmasına bir taraftan saadetlû Muhasebeci Beyefendi Hazretlerine ifadeye, diğer cihetten bizim merhum Rızâ Bey’in kayınbiraderleri yani Abdurrahman Paşa merhumun mahdumları Fuad Paşa Hazretlerine arz ile istihsale himmet ve atıfetlerini temenni eyliyoruz. Şeyhunâ, Erzincan’dan geldiğimde teşrif buyurulacağını Muhtar Efendi Hazretlerinden mübeşşer olmuş ve bir müddet sonra diğer cihete teşebbüslerini haber almış idim. Acaba bizim ile mi mülâkattan teberri eylediniz, yoksa gelmeyi mi istemediniz! İşte fakirin hattımla tahtîm eyleyeyim. Biraderim şeyh efendi (Mehmed Sıdkı) dailerinin afiyetleri ber-kemal olup kemâl-i edeple ellerinizden öper, arz-ı ta’zîmât eder. Erzincan’da hizmet-i dervîşân ile meşguldür. Atıfetlû Paşa Efendimiz Hazretleri ve aynü’n-nûr, misbâhu’l-urefâRüşdü Beyefendimiz Hazretleri hassaten ellerinizden öperler. Bu kere seyâhat-ı âcizîesbâb-ı suverîsi pek uzundur.  Ancak manevîsi, “Men lemyusâfirbi-seferi’i-bâtiniibtelâbi-seferi’z-zahiri.” (Batın olarak sefere çıkmayan kimse, zahir olarak sefere çıkmak zorunda kalır.) Ahvâl-i âlîlerinden mufassal meşrûhkeremnâmelerine cidden intizar ederim.

Mevlâna Celâleddin-i Rûmî Efendimizin zamân-ı tufûliyyetlerinden beri Erzincan’da cilve-nümâtecelliyât-ı seniyyeleriâsâr-ı bâhiresinden olarak mülûk-ı Selçukiyye den Melik Fahreddin biraderi Melik Salih nam sâhbü’i-hayrın bina buyurdukları âsitân-ı aliye-i Hazret-i Mevlânâ ki Mevlevî hankahlarının en birincisidir, yüz bu kadar seneden beri harap olduğu halde ulema ve eşrâf-ı belde tarafından bâ-arîza-i mahsûsa Çelebi Efendi Hazretlerine vaki olan istirham üzerine ihvandan ve dersiam ulemadan Kemâhî Hoca Câmî İbrahim Dede Efendi’ye meşihat verilerek fermanını dahi ihtihsal eyledi. Şimdi hankahın keşfi mûcib-i inşası cihetini takip ediyor. Karîben ona da muvaffak olacağı himmet-i pîrândanmuntazardır. Bunu arzdan maksat, Erzincan’da muhabbetler tazeleniyor. Zat-ı âlîleriDer-i aliyyeye nakilden ise hizmet-i şeriflerini deruhte buyurursanız elbette erenler orada bir hizmet de gösterirler azizim, ruhum, efendim.

Bâki ne diyeyim k’olmayama’lûm-ı şerîfin

Mir’ât-ı Sıkender gibidir tab’-ı latîfin.

Es-selâmualeykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhu.

                        Fi 21 Haziran sene 319 (4 Temmuz 1903)                

Ed-dâî el-fakîr

Erzincanî Şeyh FehmizâdeAhmed Fevzi.”

Aşçı Dede ise Hacı Fevzi Efendiye cevabi mektubunda Edirne Mevlevîhânesi’nde ikinci derecede şeyh olarak görevli olduğunu, meşihatinzâhirde İbrahim Efendi’ye verilmiş olsa bile, bâtında kendisinde bulunduğunu zikretmiştir. Adlarının bile aynı olduğunu söyleyen Aşçı Dede’ye göre aralarındaki tek fark, birisinin Kemahlı, kendisinin ise İstanbullu olmasıdır.

İşte emirnâme-i mürşidânelerine cevaben taraf-ı fakîrîden yazılmış olan muhabbetname suretidir:

Ya Hazret-i sultân hû,

Sultân-ı Ulemâ-billâh Hazret-i Fehmi sırruhu’l-azîz efendimiz ile günlerden bir gün dergâh-ı şerîften akşamüstü bahçe-i sa’âdetlerine gider iken Halilullah Câmi’-i Şerîfi önünde durup orada medfûn-ı hâk-i Halilullah Çelebi kuddisesırrıhu’l-azîzinrûhâniyyet-i aliyyelerine teveccüh ve fatiha kıraatinden sonra fakirlerine hitaben buyurdularki “Gönül arzu eder ki Halilullah Çelebi Hazretlerinin de rûhaniyyet-i kudsiyyelerini uyandırmak. Lâkin Erzincan’ın hâli malûm, çoluk çocuk onların ney ve kudümleri sırrından gafillerdir. Sonra iş lu’b u hevâ gibi birtakım hevây-ı nefse tabi olunur, hele şimdilik kalsın”  buyurdular.  İşte bu nutk-ı sa’âdet bu günkü gün kırk seneye baliğ olmuştur, yani “İzâbelegaeşuddehu ve belega” Erba’îneseneten” (Nihayet insan güçlü çağına erip kırk yaşına varınca.Ahkaf-46) sırrı zuhuruyla o zamân-ı sa’âdetlerinde ekmiş oldukları tohm-ı ma’nevî ancak kırk senede meyve verdiği zuhur etti.  Kulunuza hitaben buyurdukları cihetle bundan beş sene mukaddem görünen rü’yâ-yısâdıka mucibince bizzat Hazret-i Mollâ-yıRûmkuddisesırrıhu’i-azîz efendimizin bir atıyye ve ihsân-ı ma’nevîleri olmak üzere Çelebi Efendimiz tarafından olunan müsaade üzerine sikke-i fakîrîye destar sarılıp beş seneden beri Edirne Mevlevîhanesi’nde şeyh-i sânî olarak beher Perşembe ifây-ı vazîfe ediyorum. Binaenaleyh Erzincan Mevlevîhanesimeşihatizâhirde diğerine (İbrahim Hakkı Kemâhî’ye) verilmiş ise de bâtında fakirlerine ihsan olduğunu: o da dersiam, fakirde; o da hacı, fakir de; o da İbrahim Dede, fakir de öyle. Ancak o Kemahlı, fakir İstanbullu, işte fark bu kadar azizim.

“Erzincan’da muhabbetler tazeleniyor” buyurulmuş. Koca felek bayat muhabbetleri tazeleyip uşşâka yutturuyor azizim. Fakir onun ter ü tazesine yetiştim. Ne kadar taze olsa, yine bayattır, çünkü zamân-ı sa’âdetin avdet ü ric’ati muhaldir, geçmiş ola sultanım!

“Dersaadet’e nakilden ise hizmet-i şeriflerini deruhte buyurursanız elbette erenler orada bir hizmet de gösterirler” buyurulmuştur. Âmennâ ve saddaknâ. O hizmet-i şerîf-i mukaddes mine’l-ezel deruhte etmiş Aşçı Dede-i Hazret-i ErzincanîFehmiyim, ancak Dersaadet’e nakil Erzincan’ın mukaddes toprağına yüz sürmek içindir. İki kademde Erzincan’a ayak basmak isterim. Bir kadem İstanbul, diğer bir kadem Erzincan, çünkü burada bir köşede pek garip kaldık. Lâkin İstanbul’da göz önünde olayım ki oradan çabuk kûy-ı cânâna(Erzincan’a) gideyim maksadına mübtenîdir azizim. Hatta tebdîl-i havâ dahi bunun için idi. Lâkin her nasılsan muvaffak olamadım. O da parasızlıktan ileri gelmiştir. Ve bir de buraya avdet etmemek üzere niyet olunmuş. O da olamadığından bunun için mâbeyn-i hümâyûna bir telgraf keşîde olunmuş idi. Ona henüz bir birirâde-i seniyye şeref-sudûr buyurulmamış. Telgraf sureti leffen takdim kılınmış sultanım. Şunun bir takdimi çaresine bakılırsa muhakkak kırk elli lira atıyye-i şâhâne olur. Ne hikmet ise atabe-i şâhâneyekeşîde olunan telgraflar takdim olunmuyor, çünkü bundan beş altı ay mukaddem Şam Ticaret Mahkeme başkâtibi mahdûm-ı fakîrî Hüsameddin Efendi’nin keşfeylediğiilm-i iksîr hakkında tarafından mâbeyn-i hümâyûna çekilen telgrafa dahi cevap verilmemiş. İşte bunun için İstanbul’a gelmek istiyordum. Atufetlû Muhtar Efendi’ye vaktiyle arz olunmuştur, malûmatları vardır, sual buyurun. Hüsameddin Efendi’nin bu ilm-i iksîr hakkındaki keşfiyât-ı ma’neviyyesiniinşâallâhuta’âlâ bizzat hâk-i pây-i mürşidânelerine yüz sürdüğüm zaman tafsilen arz edeyim.

“Acaba bizim ile mi mülâkattan teberri eylediniz?” buyurulmuş. İşte bu ibâre-i şerîfi muhakkak fakiri ağlatmak için buyurdunuz, çünkü fakiri yakıp külümü havaya savursalar her bir zerresi “Ya Hazret-i Fehmi” çağırır. Efendimizin Dersaadet’i teşriflerinden şimdiye kadar haberim yok idi. Ancak sekiz on günden beri geceleri rüyada Sultan-ı Ulemâ-billâh kuddisesırrıhu’l-azîz efendimizi birkaç defadır müşahede ediyorum. Rüyanın arz u beyanı uzundur. Ancak remz ü işareti kulunuz için açılacak zâhir ü bâtın kapıların miftahı efendimiz olup miftâh-ı şerîfinDersaadet’e gönderildiğini emr ü irade imiş sultanım, çünkü bundan iki mâh(ay) mukaddem halam vefat etti. Cenaze akçesi için maaşıma mahsuben bir senet yazıp birisiyle Levazım Reisi Ahmed Kemal Paşa Hazretlerine gönderdim. Senedin kulağına cenazesi olduğundan mahsuben itası buyurup imzası böyle idi: (İKMAL) Yani “Elif” Ahmed’e işaret imiş. Fakir bunu “İkmâl” okudum, yani fakirin buraca olan vazîfe-i ma’neviyyesiıkmal olunmuş demektir, çünkü halam altmış beş yaşında alîle bir hatun olup asla dünya evine girmemiş, pâk-dâmen bakire olarak irtihâl-i dâr-ı bekâ etmiştir ve İstanbul Kapısı’ndan taşra çıkmadığı halde toprağı için fakirle beraber Edirne’ye gelmiştir. İşte onu yerine teslim ettik, vazife hitam buldu demektir. Hatta bunun için bir tarih bile söyledim:

Reîs-i levâzımsaâdet-mendAhmed Kemâl

Dedi kulağıma dedem oldu müddet ikmâl

Geçti zamân-ı idbâr şimdi geldi

Dede erenlerin va’di olan zî müddet-i ikbâl.

Âmennâ ve saddaknâ. Son mısra ki “Dede Erenlerin” ilâ-ahirihi, ebced hesabıyla 1321 adettir. Şimdi efendimizin (Hacı Fevzi’nin) İstanbul’a teşrifleri de fakirlerine bir sened-i kavî oldu ki erenlerin söylettiği nutuk ve tarih tamamıyla muvâfık-ı ma’na imiş sultanım.

Aşçı Dede Hazretleri mektubunun son kısmında yazmakta olduğu Hatırat-ıAşçı Dede kitabı hakkında da Şeyhzâdesi Hacı Fevzi Efendi’ye izahatenşunlarıda notlar;

‘’Ahvâl-i fakîrânemden sual buyurulur ise, böyle kalem kâğıt ile arz olunamaz. Tercüme-i Ahvâl-i Aşçı Dede Risalesi’nin beher cildi, altı yüz küsur sayfadan ibaret olduğu hâlde iki cildi teclîdolundu. Şimdi üçüncü cilde mübâşeret olunup ondan da üç yüz sayfa kadar yazılmıştır. Attar dükkânı, yanında pek aşağı kalır; yaştan kurudan, aşktan meşkten, zâhir ü bâtın her ne ki istersin mevcuttur Aşçı Dede’nin kitabında.

Şimdi sultanım ne ki emr ü irade buyurulursa fermanına muntazırım ve’s-selâm, es-selâmualeykumbi’t-tamâm, yâ hû. Fî 25 Haziran sene 319(8 Temmuz 1903).

(***Sürecek)

 

Aşçı Dede’nin Hatıraları, c.3, s.1285-1286.

Aşçı Dede’nin Hatıraları, c.3, s.1286-1288.

Burada Aşçı Dedenin ebced hesabı ile verdiği Rûmî 1321 tarih milâdi1903 senesine tekabul edip, Şeyh Ahmed Fevzi Efendi’nin İstanbul’a geliş tarihini vermektedir.

Aşçı Dede’nin Hatıraları, c.3, s.11287-1288-1289.