Cuma Sohbetleri
16.01.2015
“HAYÂ İMANDANDIR”
“Utanmaktan Utanan Bir Nesil Gelecek”
Efendimiz (sav) mübârek bir sözlerinde “Hayâ imandandır” buyurmuşlardır. İslâm büyükleri de; “Utanmıyorsan, dilediğini yap!” ikazını hep tekrarlamışlardır. Çünkü insanın en güzel süsü, utancından dolayı yüzünün kızarması, hayâ duygusuyla iki büklüm olup edebini takınmasıdır.
Utanma duygusunu insanda yaratılıştan vardır ama insan onu imanla korur, zînetlendirir ve geliştirir. Bütün güzellikler gibi, utanmanın, iffetin, hayânın da kaynağı imandır ve bu sebeple de kadın erkek herkesin asıl değeri, doğru bir biçimde Allah’a ve ahirete inanmakta ve hayâ duygusuyla yaşamasındadır. İslam imanı, bütün mensuplarını iffete ve edebe çağırır. Kur’an onlarca ayetinde edeb ve hayâ duygusuna vurgu yapar.
Allah tarafından her an görüldüğünü ve gözetildiğini bilen bir insan, yaptıklarından hesap vereceğini de bildiği için elbette ki kendisi için çizilmiş sınırlara uyar; nerede durması gerektiğini, nerede serbest olduğunu hep hesaba katar. Çünkü dünya hayatının sonunda kurulacak olan en büyük mahkemede, her halinden dolayı sorgulanacak ve en küçük iyiliğinin de, en küçük kötülüğünün de karşılığını mutlaka görecektir.
“O, Allah’ın kendisini gördüğünü bilmez mi?” (Alak; 14) “Şüphesiz Allah, sizin üzerinizde her şeyi görüp gözetendir.” (Nisa; 1) “Nerede olursanız, O sizinle beraberdir.” (Hadid; 4)
Kâinâtın serveri (s.a.v) şöyle buyurur: “Allah’a karşı olabildiğince hayâlı davranın! Allah’a karşı gerektiği ölçüde hayâlı olan, kafasını ve kafasının içindekileri, midesini ve midesindekileri kontrol altına alsın. Ölüm ve çürümeyi de hatırından uzak tutmasın. Ahireti dileyen, dünyanın çekici güzelliklerini bırakır. İşte, kim böyle davranırsa, o Allah’tan hakkıyla hayâ etmiş sayılır.”
Dinde, toplumsal ahlâk kurallarında, insan fıtratına aykırı her hâl ve davranışta ayıp sayılan bir hâle düşme korkusu nedeniyle, insanda hâsıl olan değişim, durum ve tavır, hayâdır. İnsan bu duygusuyla, kötülüklerden ve çirkinliklerden uzak durur ve tabii ki hayâ, kadın erkek her mümin içindir. Ancak yapı ve yaratılışları gereği, kadınlara daha da yakışan bir güzelliktir. Efendimiz, hayâyı ahlakımızın özü olarak tarif etmiştir: “Her dinin kendine has bir ahlakı vardır. İslam’ın ahlakı ise hayâdır.”
Hayâ, sadece kadınlara mahsus değildir. Meselâ Hz. Osman (r.a), hayâ timsali olarak tanınmış bir mübârek zat idi. Hayânın en önemli sonucu, fevkalade iffetli, edepli ve namuslu olmaktır. Kutsal’ın olmadığı yerde, utanmak; utanmanın olmadığı yerde de, iffet, edep, hayâ barınamıyor. Laikçi ve seküler bir bakış açısından, sağlam bir ahlak, edep, hayâ, iffet anlayışı doğmuyor. Çünkü bu iki kavram öze ve ruha hitâb etmiyor. Maddeci bir yaşayışı esas alıyor ve hayata hep maddi kâr-zarar penceresinden bakıyor ve baktırıyor. Bu durum da hayâ gibi önemli bir mefhumu geçersiz kılıyor.
İşte bu sebepten olsa gerektir ki, ülkemizdeki din eğitiminin perişanlığına bakarak, rahmetli üstâd Necip Fâzıl, bundan yarım asır önce, “Bu gidişle, utanmaktan bile utanan bir nesil gelecek!” demişti. “Kur’an’ı Kapatın, Kadınları Açın!” direktifi almış gibi toplumun kadınları soyunma hevesine tutuştular. Sanki edeb ve hayâ kurallarına uydukları zaman ortada kalacaklarmış gibi kendilerini beğendirmek için özlerinde olanı, fıtratı değiştirip yozlaşma yoluna gittiler ve Allâh’ın latîf ve naîf varlıklar olarak teçhiz ve tezyin ettiği kadın, bir meta’ gibi ortalığa düştü. Allâh’ın kendilerine yazdığı temiz fıtrata kendilerinin de sıkı sıkıya sahip çıktıkları Müslüman hanımlarımızı her zaman tenzih ettiğimizi söylemeye bile lüzum yoktur.
Tabii ki, insanın yaratılıştan getirdiği duygular, kolay kalkmıyor ortadan. Hele de arkasında onu desteklemiş, derinleştirmiş bir altyapı ve asırlara dayanan köklü ve benimsenmiş bir birikim varsa… Bu sebeple, yavaş yavaş, alıştıra alıştıra, sinsice geliştirilmiş çabalar gerekiyor. Önce iffet, hayâ, edep duyguları zayıflatılıyor. Bu duygular öylesine zayıflatılıyor ki, onları ifade eden kelimeler bile dilimizden alınıyor ve unutturuluyor.
Bu insani duyguların, aslında gericilik, ilkellik ve gelişmemişlik olduğu vurgulanıyor. “Ayıp!” duygusu ayıplanıyor. “Günah” inancına saldırılıyor. ”Utanmak da neymiş!” deniliyor. Sonra da bu duyguların dışa yansıyan görüntüleri, fazlalık ve gereksizlik gibi gösteriliyor.
Mesela başörtüsü, uzun etek, karşı cinsler arasındaki iletişimde mesafeli, dikkatli, tedbirli olmak gibi hususlar yerden yere vuruluyor. Mesela; “Kılık kıyafetle namus mu olur?”, “Karşı cinsten bir arkadaşı olmak neden kötü olsun!”, “Bu yaşta bu tesettür, neden ki!” gibi yaklaşımlarla kafalar karıştırılıyor. Açık saçıklık ise medeniyet, ilericilik, modernlik olarak dayatılıyor. Kısacası, o meşhur ve meş’um kural uygulanıyor: “Kur’an’ı kapatın, kadınları açın!”
Aslında, olumsuzlukların sökün etmesi için sadece Kur’an-ı Kerim’i kapatmak yetiyor. Zira Kur’an kapatılınca, ne kadar açık olması gereken varsa, kapanıyor; kapalı olması gereken her şey de, sonuna kadar açılıyor. Kapılar helâl olanlara kapalı, haramlara açık hale geliyor. Allâh Teâlâ Kur’an’da; “Ey müminler! Ahiret için azık edinin. Bilin ki azığın en hayırlısı takvadır. Ey akıl sahipleri! Benden (emirlerime muhalefetten) sakının.” (Bakara: 2/197) buyurarak kendi sınırlarını muhafazaya çağırırken insanlar, Allâh’tan gayrı her şeyden korkarak her cürmü işleme konusunda cüretkâr davranabiliyorlar. Oysa “(Ey kullarım!) O şeytan sizi ancak kendi dostlarından korkutuyor. Onlardan korkmayın, eğer mümin iseniz, Benden korkun." (Âl-i İmran, 175) “İnsanlardan korkmayın, Benden korkun." (Mâide, 44) “Yalnız Benden korkun." (Bakara, 40) gibi uyarılarla kullarını, akıllarını başlarına toplamaya davet ediyor.
İşte bu nedenledir ki, hayatın iman-ahlâk-bilgi ve teslimiyet temeline oturması gerekiyor. Bu temellere oturmayan tavır, tutum ve semboller, sağlıklı ve uzun ömürlü olmuyor. Mesela, başını örten bir kızımız asıl örtmesi gereken yerlerini açıyor. Ya da, tesettür aracı olan başörtüsünü dikkat çekme vesilesi yapıyor.
İffet, edep, hayâ bir duruştur, tavırdır. Bu asil duruşun dışa yansıyan ahlakı ve halleri vardır. Derûni dünyaları örtülmüş olan erkek ve kadınlar, dışlarına ve bedenlerine de bu güzelliği yansıtırlar, yansıtmalıdırlar. Dolayısıyla, içi örtülmemiş olanın dışındaki örtü, anlamsızdır, iğretidir ve kendisinden beklenen tavrı göstermekten çok uzaktır ve varken bile yok gibidir. Çünkü maddesiyle var oluşu, manası ve ahlakıyla da var olmasını gerektirmiyor.
Bedenin örtüsü, iç dünya örtüsü olan hayânın, iffetin ve edebin dış dünyada görülen sembolüdür. Tesettürün kökü içeridedir; önce içerideki başlar örtünmeli. Önce günahlara karşı nefsin hoyrat ve gemlenemez arzularına fren yapmalı. "Nefis olanca şiddetiyle kötülüğü emreder." buyuruluyor (Yusuf: 53) âyetinde…
Rabbimiz gözlerimizi açıp kapatıncaya kadar bizleri nefislerimizle baş başa bırakmasın ve bize verdiği lütuflardan bizleri mahrum bırakmasın. (Âmin)
Şeref İŞLEYEN