HAYATA VE İNSANA DAİR
İnsan bu!
Ne hırsı geçer, ne emeli biter, ne arzuları söner!
Sahip olduklarını hiç görmez, nimetlerinin kadrini bilmez, hep daha fazlasını ister. Gözü her daim yukarılardadır. Aşağıda olanı hiç görmez. Başını kaldırıp aya göz diker, onu da ister, dünyaları versen ona yetmez.
De ki: “Rabbimin rahmet hazinelerine siz sahip olsaydınız, tükenir korkusuyla yine de cimrilik ederdiniz. Zaten insanlar pek cimridir.” (İsrâ/100)
Kendisine verilen nimetlerin kadr-u kıymetini de bilmez. Çocukluktan usanır, büyümek ister. Büyüyünce de çocukluğuna hasret çeker. Mal-mülk, şan-şöhret uğruna sıhhatini kaybeder, sonunda sağlığına kazanmak için ne elde ettiyse uğrunda sarf eder. “Yarın başıma ne gelecek kim bilir?” endişesiyle elindeki biricik nimeti olan bu gününü hebâ eder.
Sorumsuzca ve fütursuzca yaşadığı hayatta hiçbir zevki kaçırmaz, sahip olduğu nimetleri, lezzetleri hoyratça harcar da, bütün bunları kendisine verenin kim olduğunu unutur, nankörlük eder. Ömür böyle geçer gider, her gün birbirine benzer. Yeni zevkler, yeni eğlenceler arar da, hakikatte ne dünü, ne bu günü ve mevcut yapısıyla ne de yarını kıymetlendirmeye niyeti ve mecali yoktur.
Gün gelir, kapı çalınır. Ölüm hayattan payına düşeni almaya, zevkler ve lezzetler son bulmaya başlar. Heyecan biter, tâkat kesilir, işlenen günahların ağırlığı ile insan iki büklüm olur. Hz. Resûl (s.a.s) buyurur: “Lezzetleri bozan ölümü çok anınız!”
Ne gariptir şu insanoğlu… Yazın kışı özler, kışın yazı. İlkbaharda şenlenir, sonbaharda hüzünlenir de hikmetini oturup düşünmez. Hakkını vererek ne bu günü yaşar ne de yarınları… Elinden hep kaçırır güzelim baharları… Düşünmez hiç hayatın sonunu ve bir gün ölümle gerçekleşecek olan randevusunu… Dünyada hiç ölmeyecekmiş gibi yaşar durur, gün olur o da bu dünyada hiç yaşamamış gibi ölür gider.
Ne diyordu şair: “Bâki kalan, bu kubbede bir hoş sadâ imiş!”
Ölümü, ölüleri görür, hastaları, yaralanmışları, yatağa bağlanmışları görür de hiç ibret almaz, üzerine alınmaz. İnsan, eninde sonunda yaptığını bulur. Hiçbir şey yanına kâr kalmaz. Hesap kitap, sadece mahşere bırakılmaz. Böyledir hüküm, böyledir ilâhî kader zira insan, ektiğini biçer.
İnsanoğlu ne garip bir varlıktır! Bileklerine birkaç zincir bağlanmayagörsün! Ya da bir iki gün hapsedilsin! Hemen serbest bırakılması için yalvarıp yakarmaya başlar! Oysa kendi tutkularının zincirlerine vurulup kötülüklere ve bilgisizliğin zindanlarına hapsolmakta hiçbir sakınca görmez! Yeryüzündeki kendi yerini bir zindana çevirerek ıstıraplara tutsak olur, onlardan ayrılmamak için de elinden geleni yapar!
Neden yıkıcı davranır ki insan insana? Sonucunu göremezler mi davranışlarının. Görmek işlerine gelmez belki de. Neden hayat hakkı tanınmaz ki binlerce masum insana? Bu davranışın sığdırılacağı yer neresidir? Hangi insani kalıbın içine konur bu sinsice saldırganlık? Hem ellerine ne geçer böyle zulüm ederek. Bilmezler mi yaradan yücedir. O’na havale edilen her şey adilce halledilir, tam da vakti gelince. Mazlumun ruh dünyasında fırtınalar koparmakla nedir kazanılan? Başı göğe erer mi zulmeden, duyguları inciten insanın?
Bilinmez mi her şey boştur bu dünyada, “ancak bir oyun ve eğlenceden ibarettir.” Dünyada bırakacaklarımız, kabrin kapısına kadar olanlardır. Ondan öteye yoksa insanın hazırlığı, eyvah ki eyvah o zaman! Gün olur devran döner insanoğlu şaşar beşer. Öyle bir uslanır ki! Başıma gelmez dediği üstüne konduramadığı neleri yaşar ve kendine şaşar. Lakin vakit geçmiş, kafesteki kuş uçmuştur. Ders alır da hayatından ve yaptıklarından geriye kalan koca bir boşluktur. Kalp kırmıştır, düzeltmeye çabalar durur. Artık onu ne kimse nede dualar korur. Hayat bir şekilde öcünü alır. Geriye sadece iyi niyet kalır. Ben bir garip zerreyim kimseye etmem zarar. Unutulmamalıdır ki bu âlemin çok büyük bir sahibi var.
 Hayat bir uykudur derler. Ölünce uyanırmış insan. Hayatta iken gözlerimizi dört açıp ta ölmeden önce uyanmamız lazım. Zira başımıza neler gelebileceğini düşünmeye durduğumuz zaman tadı kaçar bu hayatın. Kim bilir belki de asıl tad bundadır. Derdin dermanı, uzakta değil bilakis dertlerin içinde saklıdır çünkü. Hayatın gerçek lezzetleri, ölümün içinde saklı… Bunu anlayabilene selâm olsun.
Herkes bir gün ölecek, kimsenin hakkı kimsede kalmayacak. Kul hakkı, sahibi helal etmedikçe kişinin üzerinden kalkmayacak.
“Ey Rabbim! Beni; bana ve anne-babama verdiğin nimetlere şükretmeye ve razı olacağın salih ameller işlemeye sevk et ve bizi rahmetinle sâlih kullarının arasına kat!” (Neml/19) ve şu duâ dilimizin, kalbimizin, ruhumuzun, bedenimizin sadakası niyetine ma’kes bulsun:
“Allah’ım kalplerimizi yumuşat ve birbirimizi anlamamız için bize rahmetini tecelli ettir! Bize huzur ver, ülfet ver! Bizi kan dökücülerden eyleme. Bize merhamet duygusu ver! Bize şuur ver, iz’an ver ve bizi insaftan ayırma! Bizi birbirimize düşürmek isteyenlere fırsat verme! Farklılıklarımızın fitne olarak kullanılmaması için bize basiret ve ferâset ver! Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla! Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tutturma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin.”
 
Şeref İŞLEYEN