İnsan hamurunda biraz hırs biraz heves vardır. Çocuklar gençlere, gençler büyüklere, fakirler zenginlere, zenginler daha çoklara,  tükenmez kibir, heves ve hırslarıyla ömürlerini tüketirler. Kendileri gibi dünyanın da fani olduğunu, mevsimlerin, meyvelerin, çiçeklerin yok olduğunu gördüğümüz halde hırs ve bencilliğimiz yüzünden çıkmaz sokaklarında koşuyoruz.  

Düğünlerimizde sıralanan israflarımız hat safhaya çıkıyor. Yeni adetler, modalar ve yenisine eklenen istekler sıralanır. Düşünülmeden damat ve tarafına yüklenen hevesler diretmeler. Bütün fedakârlıklara rağmen hızla artan boşanma olaylarını ve akıbetlerini hangi hırs ve hevesler bu hale getirdi.

 Ev, arabaların ve eşya yenileme harisliği yüzünden unutulan hac, zekât ve hayırlar, üstelik faiz ve kredi bataklarıyla ortaya çıkan geçim sıkıntıları. Bir türlü koca dünyaya, koskoca evlere sığamadık, küçük bir mezara nasıl sığacağız düşüncesi şeytanın süpürgesiyle silinip gitti.

         Erzincan köylerinden birinde büyük arazileri, hizmetçileri olan, dirayetli, zengin bir ağa varmış. Bir gün hanımı şehre alışverişe gider. Kendisine pahalı, gösterişli bir elbise ile bir çift de terlik alır. Akşam ağa evine geldiğinde hanımı aldıklarını eşine gösterir. Ağa o elbiseyle terlikleri gördüğünde birden kaşları çatılır ve bağırır ‘’Çabuk git bana bir makas getir’’ der. Makas getirilince o elbiseyle terlikleri kesip parçalar ve şöyle söyler.‘’Sakın bir daha böyle hata yamayasın’’ diyerek ikaz eder. Hanımı bir mana veremez ve sebebini sorar, ‘’Hanım bu köyde bu pahalılıkta bu elbiseyi alacak pek kimse yoktur. Olur ki kıskançlık ve hevesler yüzünden aile huzursuzlukları başlar, onlara kötü örnek olma onlardan üstün olmaya çalışma, onlardan biri ol ’’ diye uyarır. Nerede böyle vakarlı, duyarlı ve düşünceli insanlar.

           Onun var benim niye yok, benim neyim eksik sevdaları. Kazanma ve lüks yaşama uğruna sevgileri, saygıları, ahlaki kavramlarını hiçe sayan insanlar. Helal kazanma inançları körelmiş, manevi duyguların yok olmaya yüz tutmuş dünyanın esirleri olduk. İnsanlar varlıklar içerisinde yaşarken asıl yoklukların o zaman başladığını anlar. Benliğini, merhametini kaybetmiş meçhul ufuklara doğru yol alan bir takım insanlar bu güne kadar hiç duymadığımız kadar boşanma, isyan, nefsanî arzular, cinayetler. Neler oluyor bize teşvik ve tahrik edici unsurlar, manyetik bir alanın uydusunda dönüp duruyoruz.

         O hevesler yok mu, kiminin yuvasını yıktı, kimini hapislere tıktı, kimini borca soktu, kiminin boğazını sıktı, kimini zalim, kimini maskara yaptı. Bu hevesler yok mu, sanki atom bombasının alfa beta gama ışınları gibi etrafımızı sarmalamış kıyametin menziline doğru sürüklüyor. 

         Asıl mutluluğun tevekkülle, hakkına razı olmakla, sevgiyle ve saygıyla olduğunu biliyoruz, ama neden? Kazanmak veya hırsını dindirmek için başkalarına zarar veren yok eden bedbahtlar, acaba kazandığı bir lokmasını birbirleriyle paylaşan ama halden anlayan fakirleri, şen şakrak insanları hiç görmüyorlar mı?