Kur’an’da, kendisine rahmet ve ilim verilen, Allah’ın “kullarımızdan bir kul” diye bahsettiği (Kehf-65) Hz. Hızır’ın nebi mi yoksa veli mi olduğu hakkında değişik görüşler vardır. Ancak ledünni ilme sahip Hızır(a.s)’ın ab-ı hayat denilen ölümsüzlük suyunu içerek darda ve zorda kalanların imdadına yetiştiği şeklinde yaygın bir kanaat vardır.

Kelime anlamı itibariyle “yeşillik, canlılık, medeniyet” gibi anlamlara gelen bu isim sahibinin, özellikle kışın bunaltıcı günlerinde girdiği yerlere canlılık kattığına, tabiata ve insanlara umut aşıladığına inanılır.

Bu inanışın yoğun olarak yaşandığı Alevilikte, şubat ayının bu günleri “Hızır Günleri” olarak bilinir ve idrak edilir. Bu ayda Hızır oruçları tutulur, Hızır Cemi yapılır, sonunda kurbanlar kesilir ve pişirilerek hep birlikte yenilir.

Bu esnada bereketin sembolü sayılan buğday,el değirmeninde çekilir ve kavrulur. İrmik gibi olanbu pişi elenerek, tepsi veya temiz bir bez üzerine toplanır, dokunmadan o gece bekletilir. Bu arada dilekler tutulur, kısmetler bakılır. Sabah olduğunda irmiğin başına gidip üzerinde iz olup olmadığına bakılırak yorumlar yapılır.Sonrasında kavutlar pişirilir, kurban etiyle beraber misafirlere ikram edilir.

Nitekim geçtiğimiz günlerde biz de Erzincan’ın Çağlayan Beldesinde artık geleneksel hale getirilen böyle bir etkinliğe katıldık. Kesilen kurban etinin yanı sıra, kavrulmuş buğdaydan yapılan kavut yemeğinden yedik. Bir şölen havası içersinde hep birlikte yenilen yemeğin ardından dualar edildi, yeni yıl için iyi niyet ve temennilerde bulunuldu.

Alevilikteki bu adet ve geleneği anlayabilmek için, Alevilerin yaşadığı coğrafya ve yaşam koşullarını; çektikleri sıkıntıları ve atlattıkları badireleri iyi bilmek ve anlamak gerekir.

Aleviler genellikle verimli olmayan, bozkır ve çorak yerlerde yokluk ve kıtlıkla mücadele vererek yaşamlarını idame ettirmişlerdir. Bir taraftan doğanın amansız zorluklarıyla mücadele ederken, diğer taraftan tarihte inançlarına ve yaşam tarzlarına yapılan baskı ve sindirme politikalarına karşı mücadele vererek ayakta kalmaya çalışmışlardır.

Tüm bu zorluklar altında Aleviler, tam da bu günlerde “Ya Hızır, yetiş!” dercesine kendilerini Hakk’a vererek oruç tutmuşlar, cem olarak dua ve niyazlarla yeni yılın huzur, barış ve bereket getirmesi için iyi niyet ve temennilerde bulunmuşlardır.

Alevilikte “Boz atlı Hızır” olarak da bilinen Hz. Hızır hakkında çeşitli rivayetler vardır: Bazı rivayetlerde Hz. Nuh’a kadar dayandırılan hadisede Hızır, geminin batmaya yüz tuttuğu esnada yalvaranların imdadına yetiştiğine inanılan ulu bir zattır.

Başka bir rivayette; Hz. Peygamberin güzide torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin hastalandığında Ehl-i Beyt’in evinde üç gün boyunca nezir orucu tutulur. Her orucun ardından iftar vakti sırasıyla yoksul, yetim ve esir kişiler bu kutlu eve gelerek yiyecek talebinde bulunurlar. Kendileri ihtiyaçlı olmalarına rağmen bu eller boş çevrilmez ve ellerinde ne varsa onlara verilir.

Sonunda Hz. Peygamber Allah’tan aldığı kutlu müjdeyle Ehl-i Beyt’ini selamlar: “Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler. Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz. Biz çetin ve belalı bir günde Rabbimizden korkarız. İşte bu yüzden Allah onları o günün fenalığından esirger; (yüzlerine) parlaklık, (gönüllerine) sevinç verir.” (İnsan/ 8-11)

            Alevi inancına göre, Ehl-i Beyt’in evine konuk olan bu üç kişi aslında Hızır Nebi’dir. Yoksul, yetim ve esir kılığında o eve gelerek Ehl-i Beyt’i sınamış ve sonunda Hasan ve Hüseyin’in şifa bulmasına vesile olmuştur.

            Anadolu’da yaygın olan; “Her geceyi ‘Kadir’ bil, her geleni ‘Hızır’ bil” anlayışı aslında Alevisi-Sünnisi her kesimde “HızırKültü” nün çok canlı olduğunu ve Anadolu insanının âlicenaplığını ve yardımseverliğini göstermesi açısından manidardır.

            Bu vesileyle oruç tutan canlarımızın oruçlarının, dilekleri olanların hayırlı dileklerinin Hak katında kabulünü dilerken, yeni yılın hayırlı, huzurlu ve bereketli olmasını niyaz ediyorum.