İÇİ NASIL ACABA?

Mezar kitabelerini okumaya meraklı bir yolcu, geçtiği her şehrin mezarlığına uğrarmış. Bir mezar kitabesinde şu yazıyı görmüş; Burada filanca adam yatıyor. Kendisi çok uzun bir ömür sürdü ve otuz gün yaşadı. Diğer bir kitabede ise, burada filan adam yatıyor.

Eh! O da fena ömür sürmedi fakat yirmi gün yaşadı. Yolcu baktı ki hemen hemen bütün mezar taşlarında benzer ifadeler var. Hayretle bunun ne demek olduğunu anlamak için oradan geçen birini durdurdu ve Hemşerim dedi, Allah aşkına bu mezar taşlarında yazılı olanlar neyin nesi?

Adam şu cevabı verdi: Haklısın yolcu… Lakin bizim ömür hesabımız sizin anladığınız gibi değil. Biz öyle her geçen güne yazanmış nazarı ile bakmayız. İnsanın gerçekten yaşadığını hissettiği, vücudunun parmak uçlarına kadar mutlu olduğu, vicdanının huzur ve sükûnet içinde bulunduğu, hak ve hukukun hüküm ferma olduğu anlar var ya hani. İşte biz onları toplar ve sonunda mezar taşındaki ömür hanesine değil yaşam hanesine yazarız.

Karşılıklı diyalog devam ederken, yolcu birden başka bir mezar taşını fark etti. Mezar taşında şöyle yazıyordu: Altmış üç yıl ömür sürdü, binlerce yıl yaşadı. Yolcunun gözleri fal taşı gibi açıldı. Dudaklarını yalamaya başladı. Oh be! Ne yaşam ama dedi, derin bir iç geçirdi. Böyle bir yaşama sahip olmak nasıl bir şeydir acaba diye vicdanını sorgulamaya başladı. Geçen saatlerine, günlerine, aylarına acıdı. Adeta içini ısıran yedi başlı yılan gibi vicdanını hırpalamaya başladı yolcunun.

Hayatı anlamadan anlamlandırmadan, ölüm hakkında bir kanaate sahip olunamayacağını anladı. Öte yandan ise, yaşadığına seviniyordu, yaşam kredisi devam ettiğine göre artık harekete geçmesi lazımdı. Kendisinde şimdiye kadar bulunan su-i ahlakı (Kötü ahlakı) Hüsn-ü ahlaka(güzel ahlaka) çevirmenin yollarını bulmalı idi. İlahi iradenin kamçısı perişan etmişti tüm benliğini.

Anlaşılan o ki, Yaşamayanlar için hayatın uzunu kısası yoktur. Yirmi yaşında yüzyıl yaşamışlar olabileceği gibi, yüz yaşında hiç yaşamamış olanlar vardır. Hiç yaşamamışlar için mezar taşına doğum tarihini yazmaya gerek var mıdır acaba?

Evet, çoğumuz günlük hayatın akışı içinde hissetmeye, görmeye, duymaya, düşünmeye, akletmeye, zikretmeye, şükretmeye, fikretmeye yelken açmadan ömür tüketiyoruz. Böyle bir ömür gerçekten yaşanmış sayılır mı?

Ah Ah! Öyle de süslü ki mezarlar… İmarında, nakışlarında adeta servet harcanmış. Bir de posta kutusu eklense mezar olduğu da anlaşılmayacak.

Keşke içi de dışı gibi güzel olsa…