Hiç düşündünüz mü insan niçin okur ya da şu devr-i daim içinde olan kâinat sayfasına neden hayretle bakmak ister?

Okumak ki sabrın ve azmin birer nüktesidir.

Kaldı ki insanoğlunun susuz kalan ruhunun ve aklının doyumu için nitelikli bir ihtiyaçtır.
Bazen aradığını bir sözde bulamaz da insan tefekkür deryalarına kulaç attıran kitaba sarılır. Öyle ki insanın var olduğu her kadim toprakta okunacak bir araç bulunur. Çünkü insan muhtaçtır okumaya. Nasıl ki günlük hayatımızı idame ettirmek için günün belli vakitlerinde yemek yiyip, midemizin o acil çalan zil sesini dindiriyorsak öyle de ruhumuzun ve aklımızın hakikate aç kalan kısmın bilgiye ulaşarak, onu arayıp bularak gidermeliyiz.

Nitekim okuma kavramının İslam kültüründeki yerine de bakacak olursak ne derece önemli olduğunu daha iyi kavrarız. Zira ilk inen kutsi kelamımız da üzerinde vurgulanarak söylenen “ikrâ”dır. Yani İslam’ın geniş yelpazesine dâhil olan bizlerden ilk istenen  “Oku!” emridir.

Okumak ama neyi, niçin ve nasıl okumak?

Çok uzağa gitmeye gerek yok aslında, bana göre her insan önce kendinden başlamalıdır okumaya. Çünkü var oluş gayesini okumayan, şu şaşalı dünyada varlığının sebebini sorgulayamayan bir insan zaten “Oku!” emrinin mahiyetini de kavrayamaz.

Niçin okumalı her insan kendini, sorusuna ise şu cevabı verebiliriz: “Kısa bir gölgelik yeri olan şu dünyada yerimizin, konumumuzun neresi olduğunu ve nerden gelip nereye gideceğimizin temel sualine cevap bulmak için okumak.

Peki, nasıl okumak?

Şöyle kısa bir anlığına kapatın derim gözlerinizi, önünüzde mürekkep kokulu kitap olmasına gerek yok her zaman. O kapalı olan gözlerinizin karanlık dünyasında sizleri aydınlatabilecek kısa bir meşale bulmaya çalışın. Hayal âleminizde sizi bir şekle ve kalıba sokan “Azametli Ulu Zat’ı” düşünün.
Düşünün ki göz kapaklarınız usulca kapanınca nasıl karanlık bir dünyaya adım atıyor, nazikçe göz kapaklarınızı açtığınız da ise ne kadar aydınlık bir dünyaya yelken açıyorsunuz. Sadece bu ince çizginin üzerinde dolaşmak bile bize, tefekkür babında kitaplar dolusu cümle ya da bilgi elde etme imkânı verir.
Okumanın manevi boyutunun bir yansımasını buraya kadar anlatmaktı gayretimiz.
 
Şimdi ise okumanın dünyevi noktasına inelim hafiften.
İçinde bulunduğumuz şu zaman diliminde, dünya küçük bir köy olarak nitelendirilmektedir. Yani iletişim ve teknoloji çağının tam zirvesindeyiz insanlık olarak. Bizim bu hırçın dalgaların arasından kurtulabilmemizi sağlayacak olan şey ise okumak, merak etmek, sorgulamak ve bir neticeye varmak olacaktır. Varamazsak ayak uydurmakta zorluk çeker, kuytu köşelerde ezik, mahrum bir biçimde sürünürüz.

Hani hep deriz ya oğlum oku, kızım oku ya da ne bilim oku da adam ol! Aslında bizim bu nokta da hata yaptığımız bir şey var. Evet, güzel şey okumayı telkin etmek ama biz çocuğa neden okumasının gerektiğinin tatmin edici cevabını veremezsek ona sadece oku der ve eyleme geçmesini bekleriz. Netice itibariyle de sadece askıda kalan bir cümleden ibaret “Oku telkini!” olur.
O yüzden daha dünyanın en cilveli zamanlarında yaşayan çocuklarımıza, çevremize niçin okuması gerektiğini anlatmak mecburiyetindeyiz.

Zira okumayan bir milletin ne tarihi ne de geleceği söz konusu olabilir.

Kendini, kâinatı ve var oluş sebebini okumayı, okutmayı bilenlere selâm olsun…