Hani anlatılır ya: Baba, idrakten yoksun oğluna her zaman söylermiş: "Adam olmazsın oğlum, sen adam olmazsın!" Günün birinde oğul paşa olmuş, paşa elbiseleri ile görsün diye gururla, kibirle babasını ayağına çağırtmış, " baba, demiş, sen bana adam olmazsın, diyordun, bak ben paşa oldum.

Baba, nezaketsiz ve bir o kadar da hürmetsiz olan oğlunu acıklı acıklı yukarıdan aşağıya şöyle bir süzdükten sonra son sözünü söylemiş: Paşa olmuşsun oğlum ama yine adam olmamışsın.

Bu adam olmanın sırrını bilmiyor muyuz yoksa işimize öyle geldiği için mi gösterdiğimiz her hareket, her hamle bizi adam gibi adam olmanın vasıflarından her geçen gün uzaklaştırıyor. Başkalarının sırrını araştırmaktan kendi içimizdeki sırrı unuttuk. Everest tepesi kadar yükseldiğimizi zannederken Lut gölü kadar çukurlaştığımızın farkına varamıyoruz.

Her yerde ihtiras, hırs, şöhret, servet, makam şarkıları en yüksek tempo ile bedenlere heyecan veriyor. İnsan olmanın sırrına ulaşıp zaferi elde etmenin hazzını duyan insan sayısı her geçen gün azalıyor. Büyük küçük herkes, az veya çok, ihtiraslar, servetler, makamlar, şöhretler yarışının içinde kendini görmek, göstermek istiyor.

Fikir, ilim, bilim, üniversite alanında; devasa, büyük adam sanılan ve adeta putlaştırılan insanların varlıklarındaki boşluklar zaaflar, hadiseler karşısında gün yüzüne çıkınca, nasıl da sükutu hayal yaşıyor insanlık...

Tüm günlük konuşmalarda, sohbetlerde onun zenginliği, falanın şöhreti, filanın kudreti, diğerinin arabası, öbürünün, makamı ve ardından meşru olup olmadığı konusundaki karşılıklı tartışmalar…

Aslında Hz Ali (R.A) çok veciz bir şekilde ifade etmiş "Çok mal haramsız, çok söz yalansız olmaz" diye. Ancak insanlığın düştüğü varta, yalana pirimin verildiği, servet ve makamla her türlü ayıbın örtüldüğü ve toplumu çepeçevre kuşattığı ve normal karşılandığı nokta.

Bunların her birinin altında iç gözlem eksikliği ve inancın kati kanaat haline gelememesi yatmakta.. Aslında ferdan ferda herkes kendi iç alemine kendi cehennemine inebilmeyi başarabilse, toplumu ıslah etme adına baş köşelerden topluma ahlakı, fazileti, erdemi, hak ve hukuku tavsiye edenler, ilmel yakın, aynel yakın, hakkal yakın mertebesine talip olsalar, bi hakkın söylediklerini yaşasalar, insan doğmakla insan olmanın farkını ortaya koysalar, o zaman toplumun salahı ve kurtuluşu adına büyük bir hayra öncülük yapmış olurlar.

İtiraf etmek gerekiyor ki, bunların hepsinin altında kibir, gurur, beklenti, az verip çok alma gibi bir arzu yatmıyor sa o zaman bu hastalıklı hal neyin nesi? Bu hastalığı, inancın yerine geçen ekonomi tedavi edemiyor. İnsanlık her geçen gün irtifa kaybediyor. Mektebe giden mektepte, mabede giden mabette, ilim meclisine giden ilim meclisinde derdine şifa bulamıyor ise, ilim meclislerinin, mabetlerin, üniversitelerin fonksiyonu nedir ? Kendi dışındaki eşyadan insanın kendi iç dünyasına yolculuk yaptıracak, toplumda örnek teşkil edecek insanların azlığı veya kıtlığı değil mi bu yaşanan çıkmazlar? İnsan için, insanlık için ruhi varlık mı ekonomik varlık mı hangisi öncelikli olandır? Bu soruya verilecek cevap asılında hem bu dünyanın hem öbür dünyanın imar ve inşasında önemli kilometre taşlarıdır. Ama bunu ruhlara nakış nakış işleyecek söylediğini yaşayacak yuvalara mekteplere ve manevi hekimlere ihtiyaç var.

Kibirden, gururdan, ihtirastan, hak hukuk bilmezlikten sıyrılıp aşka, sevgiye yelken açmaya ihtiyaç var. Aksi taktirde, karşısındakinin sükutunu alkışlayan, başarısına ise matem tutanların bol olduğu dünyada daha çok haksızlıklar, zulümler işlenir.

Mesuliyeti ideal olmaktan çıkarıp ekonomiye, servete tahvil edenlerin etrafındaki halka zayıfladıkça o zaman insanlık hak ettiği değere ulaşacak.

Hani derler ya terazi kendini tartmaz gözde kendini görmezmiş. Gözün aynada kendisini görmesi ile tabibin görmesi arasında fark vardır.

Velhasıl İnsan olarak doğmanın kolay, insan olarak kalabilmenin zorlaştığı bir dünyada şu beden gemisini kaylara çarpmadan sahili selamet olan ahiret yurduna vardıranlara NE MUTLU…