Bir önceki yazımızda “IŞİD kimin eseri?” diye sorup bazı yorum ve analizlerde bulunmuştuk. Özü itibariyle; bu tür kanlı terör örgütlerinin İslam’la ilgisinin olamayacağını, bu tür organizasyonların İslam’ı ve samimi Müslümanları yıpratmak için tuzak olduğunu, Müslümanların da bu tür oyunlara gelmemesi için uyanık ve birlik-beraberlik içinde olması gerektiğini söylemiştik.

Bugün öncelikle şunu söyleyelim ki, bu tür hadiselerin arkasında “dış güç” aramak kolaycı bir yaklaşım olur. Elbette böylesi karanlık ve organize işlerde yabancı servislerin parmağı söz konusudur, ancak burada önemli olan içerideki insanların tavrı ve duruşudur. Akif’in deyimiyle toplu vuran yürekleri top dahi sindiremeyecektir.

Bugünkü yazımızda tedaviye yönelik bir takım mülahazalarda bulunurken en başta “cehalet” virüsü ve düşmanına karşı panzehir olan akıl ve ilim yolunu tavsiye etmeliyiz. Bugün İslam âleminin en temel problemlerinin başında cehalet gelirken, en önemli çözüm yolu da ilim, irfan ve eğitimden geçmektedir.

Bu meyanda İslam dünyası akıl ve ilmi, fen bilimleri ve teknoloji ile teolojiyi mezceden çağın dinamiklerine uygun eğitim kurumlarını süratle tamamlamalıdır. İlhamını Kur’andan alıp asrın idrakine söyletecek inançlı, bilgili, kültürlü bilim insanlarını yetiştirmelidir.

Eski DİB Prof. Mehmet Görmez’in ifadesiyle; ayırımcı, ötekileştirici ve dışlayıcı değil, çoğulcu bakış açısını ve İslam’ın rahmet ve hikmet mesajlarını özümseyen nesillerin yetiştirilmesi sağlanmalıdır.

Aklını kiraya vermeyip her türlü ideoloji ve siyasi vesayetten uzak İslam bilginleri ümmetin vicdanı ve sesi olmalıdır. Bu bilginler Müslümanların birliğini, kardeşliğini ve maslahatını ön planda tutmalıdır.

Cehalete dayalı problemlerimizden biri de mezhep taassubudur. Takım tutar gibi mezhep tutan ve mezhebini dinin önüne geçiren cahil toplumu eğitmek ve bilinçlendirmek de İslam bilginlerinin başta gelen ödevlerindendir.

Bu bağlamda, mezhebe dayalı taassuptan kaynaklanan şiddet ve terör asla kabul edilemez. Hele ki bunun adına “cihat” denilerek karşı mezhepten olanı öldürmek hiç kabul edilemez. Bunun adı “terör”dür, terörün ise İslam ile bir araya gelmesi mümkün değildir.

Bir insana hayat vermenin tüm insanlığa hayat vermek, bir insanı öldürmenin de tüm insanlığıöldürmek olduğunu deklare eden bir dinin mensuplarının şiddet ve terörü yöntem olarak seçmesi akla ziyan bir harekettir.

Her koşulda barışı öne çıkaran, yeryüzündeki bitkisiyle, hayvanıyla tüm canlılara merhamet edilmesini, sevgiyle yaklaşılmasını emreden İslam’ın teröre, vahşete alet edilmesi en başta o yüce dine hakaret ve zarar vermektir.

Bugün eğer gerçekten cihat yapılacaksa cehalete, taassuba, fitne ve tefrikaya karşı yapılmalıdır.

Cehaletle mücadele ederken, “hak”, “adalet” ve “özgürlük” kavramları her Müslüman’a iyice belletilmeli ve bu kavramlar Müslümanların ortak ideali olmalıdır.

İnancımıza göre; zalimin de mazlumun da dinine ve mezhebine bakılmaz. Zulüm kimden gelirse gelsin ve kime yönelik olursa olsun zalime karşı mazlumun yanında yer almak gerekir.

Yine bugün önemli zaaf noktalarımızdan biri de tarafgirliğimizdir. “çamurdan olsun ama bizden olsun” mantığıyla küçük düşünmek yerine, “kim olursa olsun ama hak eden olsun” bakış açısıyla daha hakkaniyetle ve insanca düşünmek şiarımız olmalıdır.

Evet, meselelerimiz oldukça fazla, konu oldukça uzun ve netameli. Çözüm yolları üzerinde durmaya devam edeceğiz.