İhtiyar dünyamız, insanoğlunun hırsına ve öfkesine yenik düşme zaafiyeti yüzünden, acılar, adaletsizlikler ve karışıklıklar içerisindeyken, Müslümanlar olarak tekrar tekrar dönüp aynaya bakmak ve vicdanlarımızı, samîmî bir niyetle, asr-ı saâdetin rehberlik eden ölçülerine vurmak zorundayız.

“Sürekli kötülüğü emreden” kör olası nefislerimizin, şişmiş kabarmış egolarımızın devâsını bulmak, “ben” demekten kurtulup “biz” demeye alışmak, sâdece nefsimizi değil, birbirimizi de şerlerden uzak tutarak hayırlarda yarışmak zorundayız. Beyt-i Harâm’ın, Mescid-i Nebevînin, çeşit çeşit Müs­lümanı özenle ağırladığı vakar ve kudrete denk, bizler de gönüllerimizde tüm Müslümanları sevgi ve muhabbetle ağırlayabilmeliyiz. Farklılıkların bölünmeye sebep olmadığı, teferruatın asıl olanı boğmadığı bir zeminde, kardeş olmak zorundayız!

Mü’minin mü’mine karşı durumu, bir parçası diğer parçasını sımsıkı kenetleyip tutan binalar gibidir. (Buhari-Salât:88) Mâdem ki hâl böyledir, ayrılıkların ancak ve ancak Allâh rızâsı için olması, nefsanî ve keyfî uzaklaşmaların yaşanmaması şarttır. Sana zararı dokunmuş bile olsa, eğer Allah rızâsı için bir şeyler yapmaya çalışıyor, hayırlarını artırmak husûsunda gayret içinde bulunuyor ise kardeşimiz, ona destek olmalıyız. Geçmişteki kusurlarına rağmen, bugün Allah için bir çaba içinde ise, duâlarımızla o kimsenin arkasında olmalıyız.

            Bir İslâm büyüğü zâtın dediği gibi; Ahlâken kötü bir kimseye ne kadar “kötüsün, kötüsün!” deseniz, o kadar daha kötü olma yoluna yuvarlanır; oysa ki kötü bir kimseye ne kadar “iyisin, İyisin!” derseniz o nispette iyi olma gayretine girecek ve inşâ Allâh iyilerden olacaktır.”

Gün; kardeşlik günüdür, zaman, birlik zamanıdır! Kıskançlık ateşiyle eğrilip kavrulmadan, aşk ateşinde eriyip Yûsuf olmak var! Kâbil değil, Hâbil olmalıyız. Nerede, hangi durumda olursak olalım, Hak’la ve hayırda olmak borcumuz var! Ateşin odunu yakıp kül etmesi gibi, hasedimiz de hasenatımızı yakıp yok etmesin.

Zaten hiç kimsenin Rabbinin rızası yolunda yalnız yürüyebilme kudreti yok. Eğer tek başına işler başarılabiliyor olsaydı, Peygamberler yardımcı ve yol arkadaşı edinmezlerdi. Eğer “ben” demekle engeller aşılabiliyor, kalpler fethedilebiliyor olsaydı, Firavun bu dünyanın gelmiş geçmiş en hayırlı insanı olurdu. Zira ‘benlik’ onda tavan yapmış durumdaydı.

Hayata ve hâdisâta dikkatli bakmak lazım. Hâdiseleri sadece kendi açımızdan değil, kardeşlerimiz penceresinden de seyretmemiz lâzım. Birbirini anlamak adına şevkle emek vermek lâzım. Herkesin kendi işini yürütmek derdine düştüğü şu zamanda, başka bir hayra gücü yetmese bile her bir Müslümanın, ince, kibar ve düşünceli tavırlarla kardeşlerinin işine de destek olup kuvvet vermesi lazım.

            “Bir mü’minin diğer mü’min kardeşlerine karşı ilgisi, birbirini bağlayıp destekleyen bir binanın taşları gibidir.” (Hadis-i Şerif) Peygamberimiz (sav), verdiği misallerle müminlerin kardeşliğinin boyutlarını ve nasıl olması gerektiğini tarif eder: "Nasıl bir binanın tuğlaları, taşları, üst üste geliyor, birbirine kuvvet veriyor, birbirine yaslanıyor ve bir bina meydana geliyorsa, işte mü’minler de aynı bu binanın taşları gibidir."

            Kur'an, "Sizi yaratan O'dur; buna rağmen sizden kiminiz kâfirdir, kiminiz mü'min...” (Teğabün Suresi, 2) ayeti ile dünyada insanların iki grup olduğunu haber verir: Müminler ve kâfirler. O halde her insan ya mümin ya da kâfirdir.

            Dünya ve ahirette aynı özellikleri taşıyan kimseler bir aradadırlar. Ahirette nasıl cennet ehli cennette, cehennem ehli de cehennemde bir arada ise dünyada da iyiler, iyilerle birlikte, kötüler de kötülüğü örgütleyenler ve öğütleyenlerle birliktedirler. O halde müminler bir arada olmalıdırlar.

Üç beş kemik görünce sarhoş olan, vazîfesini unutup kemik yalamaya duran aç ve zayıf bir köpek, hangi sürü için muhâfız olabilir? Dünyalık derdine düşmüş, mal ve mülk sevdâsıyla aklı bulanmış bir tamahkârdan, hangi topluma hayır gelir? Basit hediyelerle kandırılabilen, rüşvete ve haramla ülfete kapısı açık bir zavallıya, hangi makam teslim edilebilir?

Dert diye gözünde büyüttüğü ufak tefek sıkıntılar yüzünden avaz avaz bağırmayı mârifet zanneden biri, hangi dâvânın eri olabilir ki? Sıkıntının, keşfedemediği kabiliyetlerinin ortaya çıkmasına yarayacak bir nimet olduğunu kavrayamamış adama, hangi yük yüklenebilir? Daha kendi hastalıklarının tedâvisi için doktor kapısına gitmeye üşenen bir kişi, kime, nasıl devâ dağıtabilir? Günlerce-aylarca hatta yıllarca kardeşine, arkadaşına, akrabasına küsmeyi kararlılık zanneden bir kindar, nasıl olur da insanlara İslâmı anlatabilir ve onun kininden nasıl bir menfaat ortaya çıkması beklenebilir?

Kardeş, nefsini tüm menfî vasıflardan arındırmak derdinde olacak ki kardeşliğinden hayır gelsin. Hasetten ve nefretten temizlenmemiş bir kalp, kardeş olamaz. Hasretten ve şefkatten nasip almamış bir gönül, kendini bir başkası için yoramaz.

Hâlbuki birbirini sarıp kollayan gül yaprakları gibi olmak zorundayız. O yaprakların köklerine sımsıkı tutunmaları gibi bizler de bizi biz yapan Kur’an ve sünnet köküne sımsıkı tutunmalıyız. Kendimiz için sevip arzu ettiğimiz bir şeyi din kardeşimiz için de sevip arzu etmedikçe hiçbirimiz, gerçek anlamda îmân etmiş olamayız.(Buhâri-İman:7)

“Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu düşmana teslim etmez. Din kardeşinin ihtiyâcını karşılayan kimsenin ihtiyâcını, Allah karşılar. Müslüman’dan bir sıkıntıyı giderenin, kıyâmet günündeki sıkıntılarından birini, Allah giderir. Bir Müslüman’ın ayıbını örtenin ayıplarını, kıyâmet gününde Allah örter.” (Tirmizî-Hudud:3) O halde, ayıp araştırmakla değil, ayıp temizlemekle meşgul olan, yardım eden, yük hafifleten, seven ve sevindiren kardeşler olmak zorundayız!

Beş parmağın beşi bir değil; lâkin icâbında yumruk, icâbında tesellî olabilmek, gerektiğinde tâmir, gerektiğinde yerle bir edebilmek için, kardeşçe saf olmak zarûrîdir. Mü’minler kardeştir. O halde bize lâzım olan, kardeşlerin arasını bulmak, Allah’tan hakkıyla korkarak, barışmaktır.

Birbirini öldürmek, Müslümanlar için küfür alâ­me­tidir. İki cihan kurtuluşu için, “Benden sonra, birbirinin boynunu vuran kâfirlere benzemeyin!”(Buhâri-İlim:43) buyuran Hazreti Muhammed Mustafâ (s.a.v)in îkâzına uymak gerekir! Fitneye ve bölünmeye karşı, îmân ile kenetlenip sapasağlam durmak gerekir!

Şunu da unutmamak lâzım: Kaş çatan kardeş, göz süzen düşmandan iyidir. Çünkü Müslüman kardeşin kaş çatması, iki cihan hayrına olmak üzere, Allah içindir. Dünyada zarara sokan kardeş, dünya ile göz boyayıp dünyalığa meylettiren düşmandan iyidir. Çünkü dünya zaten Allah katında kıymeti olan bir şey değildir.

Beğen, beğenme! Kelime-i şehâdet getiren ve ben Müslümanlardanım diyen kişiyi sevmek zorundasın! Hoşlan, hoşlanma! Allah birdir ve Hazreti Muhammed aleyhisselâm O’nun kulu ve Resûlüdür, diyenle kardeş olmak zorundasın!

Karakterin başka, frekansın ayrı, tarzın değişik, üslûbun alâkasız olsa da Müslüman kardeşini korumak, kollamak, desteklemek zorundasın! Yok öyle itip kakarak öne geçmeye çalışmak! Cennete girmeyi niyetine aldıysan, kardeşini de kalbine alacaksın. El ele, gönül gönüle çalışacak, önce yalnızlıktan, sonra da kalb kabızlığından kurtulacaksın!

            Kur'an'da, insanın apaçık düşmanı olan şeytanın, "Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım...” (Araf Suresi, 17) dediği bildirilir. İnsanın önü, arkası, sağı, solu sarılmış durumdadır. İnanan insan bu durumdan Allah'a sığınarak kurtulabilir. Çevresindeki müminler de ona yardım eder, şeytanın telkinlerinden sıyrılmasına vesile olurlar.

Mümin yaşamının her anında şeytana karşı uyanık olmaya ve gördüğü yerde şeytanı alt edecek davranışlar sergilemeye dikkat eder. "Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır.(İsra Suresi, 53) ayetinden öğüt alır mümin ve şeytana fırsat tanımamak için güzel söz söyler.

Rabbimiz hayatımızı ve âkibetimizi hayırlarla tebdîl eylesin.