KAYBETTİKÇE KAZANDIĞINI ZANNETMEK…

Ebedi imiş gibi duran ve insanoğlunu cazibesi altına alan bu sonlu dünyanın sahibi, yerlere, göklere, hayvanlara, denizlere, yıldızlara, bitkilere, dağlara, ovalara dikkatimizi çekerek akletmemizi, fikretmemizi, zikretmemizi, şükretmemizi ve dahası ibret almamızı istiyor.

Anlamsız, manasız, süfli meselelerin etrafında merakımızın yoğunlaşarak hayatımızın berhava olmasını istemiyor.

Meyvelere hamken ve olgun iken bakın.(Enam 99) Meyveler ham iken, görünüş itibari ile kendine has şekil, koku ve rengi olmadığı gibi tat olarak ta insan nefsine hoş gelmez. Dalına sımsıkı yapışmıştır ve o hali ile koparmak güçtür.

Kendisini yetiştirmemiş, yetiştirememiş cahil, bilgisiz, görgüsüz ve ilgisiz bir insan da ham, olgunlaşmamış meyve gibidir. Etrafındaki insanlara ve insanlığa fayda yerine zarar, rahat yerine zahmet verir.

Onun içindir ki ahlak, insana yaratılış ile beraber hammadde olarak verilmiştir. İnsan o hammaddeyi işleyerek ister hayra, ister şerre kullanır. Ahlakın tezahürü için merak duygusunun gelişmesi gerekir. İnsanın üzerine vazife olmayan şeyleri araştırıp merak etmesi, “araştırmayınız, merak etmeyiniz” yasağının ihlali olduğundan günahtır. İnsan, üzerinde düşünülmemesi, merak edilmemesi ve üstüne vazife olmayan şeyleri neden merak ettiğini merak etmeye başlar ise,(sırat-i müstakim) doğru istikamette yol almaya başlar.

Ağıza gelen sözün iyi mi, kötü mü, yıkıcı mı, yapıcı mı, hangi yarayı deşmeye, hangi yarayı tedavi etmeye, hangi gönlü yıkmaya, hangi gönlü yapmaya, hangi şerre kilit, hangi hayra anahtar olmaya yönelik olduğunu merak eden insan, toplumsal barışın inşasına yardım ettiği gibi, Allah’ın muhabbetine mazhar olur.

Olgun ve kâmil insan olmanın, toplumsal huzur için paha biçilmez bir değeri vardır. Olgun ve kâmil insan, kıvamına gelmiş, hemen dalından koparılan meyve gibidir. Etrafındaki insanları ve insanlığı mesut ve mutlu kıldığından, dünyadan kopup ayrılması da rahat ve kolaydır onun için.

Lüzumsuz ve karşılığı azap olacak süfli şeyler için niçin merak? İyi ama bu işten bana ne?

Karşılığı ne?

Elalemin hanımını, kızını, gelinini, damadını, malını, mülkünü, işini, aşını, zenginliğinin hesabını kitabını, günahını, sevabını, yaşını, maaşını, kavgasını, rahatını merak etmek niye?

Ben insanları ve cinleri yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım (Zariyat 56) ayetinin karşılığı bu mu? İnsanın birinci vazifesi, dedektiflik mi ki derinden derine araştırıyor.

Bazen uykusu bile kaçıyor, yatağından fırlıyor, kapı aralığından gözlemleyip söz dinliyor

Filiz Hanım kocasından boşanmış. Merak ediyordun, öğrendin. Merakın bitti ama vazifen yeni başladı. Hemen koş fısıltı gazetesine ilan vermeye…”Sakın benden duyulmasın” deyip söze başla…

Madem duyup, kırılacağından, korkuyor, yaptığının hoş bir şey olmadığını biliyorsun neden dedikodusunu yapıyorsun ki? İki dudağına hâkim olamıyorsun, başkalarının diline hakim olmasını senden duyulmasını neden istemiyorsun?

Bu dedikodu, fitne nice gönüller yakıp yıkmakta, insanlar arasına nefret tohumları saçılmakta… Fitne adam öldürmekten daha şiddetlidir (Bakara 191) ayeti bunun belgesi.

İyiyi, güzeli, hayırlı olanı dile getirmede mühürlü ve suskun olan dil, dedikodu da freni boşalmış kamyon misali önüne geleni ezip geçmekte.

Vakit, merak ettiklerimizin bize neleri kaybettirdiğini gözden geçirerek merak hislerimizi yeniden gözden geçirmenin vaktidir.