Kem Nazarlar ve Sosyal Medya
 
Yazımıza başlamadan evvel İstiâze-Besmele ile Muavvizateyn (Felâk ve Nâs) sûrelerini okuyalım:
Rahmân ve Rahîm (olan) Allah'ın adıyla.
De ki: "Ben ağaran sabahın Rabbine sığınırım!
Yarattığı şeylerin şerrinden,
Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden,
Ve düğümlere üfürüp büyü yapan üfürükçülerin şerrinden,
Ve kıskandığı vakit kıskanç kişinin şerrinden sabahın Rabbine sığınırım! (Felâk; 113/1-5)
 
Ve yine Rahmân ve Rahîm (olan) Allah'ın adıyla.
De ki: Sığınırım ben insanların Rabbine,
İnsanların Melikine (mutlak sahip ve hâkimine),
İnsanların İlâhına.
O sinsi vesvesenin şerrinden,
O ki insanların göğüslerine (kötü düşünceler) fısıldar.
Gerek cinlerden, gerek insanlardan (olan bütün vesvesecilerin şerrinden Allah'a sığınırım!) (Nâs; 114/1-6)



Nasıl bir millet olduk, nasıl bir ümmet hâline geldik, bizi zaman zaman acınası hallere düşüren sebepler nelerdi? Bu yazımızda kısaca, insanların bakışları üzerinde durarak kısmî bir sosyal medya eleştirisi yapacağız. Zira artık günümüzde milyarlarca insanın ve milyonlarca Müslümanın internet ve sosyal medya kullandığını, neredeyse hayatın en hayâti bir uzvu haline gelen ve akâmete uğradığında çok insanın krize girdiği, boşluğa itildiği, asabiyet yüklenerek sağa sola sataştığı bir gerçeklik halini almış durumdadır internet ve sosyal medya kullanımı…
Sosyal hayattan bahsediyoruz ama, adı “sosyal” olan medya ortamlarına girdiğimizde gerçek hayat ile olan bağımız kopuyor, alabildiğine A-sosyal bir kimlik ve kişiliğe bürünebiliyor, kendimizi, çevremizdekileri, eş-dost ve akrabâyı, yakın ve uzak komşularımızı, ilişkilerimizi bir çırpıda unutup mevcut hâlet-i rûhiyemizin dışına itebiliyoruz.
Ondan sonra, düşünmek mi dediniz, üretmek mi, çalışmak mı, emek vermek mi? Yoksa ziyaretler, hal-hatır sormalar, derdi olanların derdiyle, neşesi olanların neşesiyle, kederi olanların kederiyle ilgilenmek, çözümler üretmek mi dediniz? Hepsi yapmacık, içi boşaltılmış, ruhsuzlaştırılmış, adet yerini bulsun kabilinden sönük ve güdük kalıyor. Bazen de örf ve adetlerimizin bize verdiği bir alışkanlıkla bu gibi sosyal faaliyetlerimizi geçiştirme kabilinden yerine getiriyoruz.
Özünü yitirmiş, sözünü bilmeyen, hayatındaki bütün denge unsurlarına sırtını dönmüş, ibâdet hayatından uzaklaşmış, kalbinde sakladığı ve inkişaf hâlinde olduğunu düşündüğü (!) imanıyla nefsine, savunduklarına, sahiplendiklerine, inandıklarına toz kondurmamaktan öte özverili, samimi gayreti olmayan bir topluma Allah rahmet nazarıyla bakmaz, merhametini indirmez.
Bir hâl ki, kasıp kavuruyor ümmeti, ümmetin gençlerini, kızlarını-erkeklerini, çocuklarını, annelerini… Ellerden düşürülmeyen telefonlarla, tabletlerle, dillerden düşürülmeyen başı-sonu belirsiz söyleşmeler, söğüşmeler, küfürler, isyanlar, nisyânlar…
Resûlullah (s.a.v) Efendimizin Rabbine sığındığı zararlı (kem) bakışlardan, nazarlardan korumamız gereken ne varsa, beş-on kimliği belirli ya da belirsiz kişinin beğenisi hatırına ellerimizle, tutkularımızla, telefonlarımızla sosyal medyaya servis ediyoruz.
Hiçbir gereği, zarureti yokken, yeni doğmuş yavrularımızı, gelinlik kızlarımızı, başarılı çocuklarımızı, derecelerle ailesini mutlu-mes’ut eden yavrularımızı, sevinçlerini/sevinçlerimizi paylaşmak adına medyada paylaşıyoruz. Mutlu aile tablosu fotoğraflarını, düğün-nişan fotoğraflarını, yeni aldığımız evlerimizi, arabalarımızı hatta elbiselerimizi, insanların hayranlıkla bakıp kıskanabilecekleri, kiminin mâşâAllah deyip takdir ve tebrik ettiği, kimi kem bakışların ise haset edebilecekleri, nazar değdirebilecekleri bütün fotoğraflarımızı internet ortamında afişe eder olduk…
“O sinsi vesvesenin şerrinden, O ki insanların göğüslerine (kötü düşünceler) fısıldar.”(Nâs, 114/4-5)
Şimdi ilâhî bir ihtar:
 وَمَا أَصَابَكُم مِّن مُّصِيبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ أَيْدِيكُمْ وَيَعْفُو عَن كَثِيرٍ


“Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah çoğunu affeder.”
(Şûrâ, 42/30)
Rabbimizin engin rahmeti ve lütfu sâyesinde ve belki de aramızda süt emen yavrular, mâsum çocuklar, günahsız ve sadece insanın emrine musahhar kılınmış canlı varlıklar, gece-gündüz Rablerine duâ ve zikirlerde bulunanlar, seherlerde secdelere duranlar, fakirin, yetimin elini tutanlar, yoksulu giydirip, kimsesizlere kol kanat gerenler… sayesindedir ki, bugün belâlar başımıza inmiyor.
Hz. Yâkub’un güçlü ve gösterişli onbir oğlunun, Mısır’a gidecekleri zaman onbir kişinin tek bir adamın çocukları olduklarından dolayı onlara nazar değeceğinden korkan bir baba şefkatiyle “Ey oğullarım! Hepiniz (Mısır’a) bir kapıdan girmeyin. Ayrı ayrı kapılardan girin. Bununla beraber Allah’tan size gelecek hiçbir şeyi sizden geri çeviremem. Hüküm ancak Allah’ındır.” (Yusuf 12/67) diyerek onları zararlı bakışlardan korumak istemesi, günümüzde evlatlarının, kalabalık ve mutlu ailelerinin fotoğraflarını sürekli sosyal medyaya servis eden Müslüman anne/babalar ve aileler için ibretlik dersler içermesinden dolayı ders almaları gerekmez mi?
Kalem sûresinden mübârek bir âyet-i celîle kulaklarımıza küpe, fikir dünyamıza ölçü olsun:
وَإِن يَكَادُ الَّذِينَ كَفَرُوا لَيُزْلِقُونَكَ بِأَبْصَارِهِمْ لَمَّا سَمِعُوا الذِّكْرَ وَيَقُولُونَ إِنَّهُ لَمَجْنُونٌ . وَمَا هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ لِّلْعَالَمِينَ


“O inkâr edenler Zikr'i (Kur'an'ı) işittikleri zaman, NEREDEYSE SENİ GÖZLERİYLE DEVİRİVERECEKLERDİ. Hâlâ da (kin ve hasetlerinden:) "Hiç şüphe yok o bir delidir" derler. Oysa o (Kur'an), âlemler için ancak bir öğüttür.”
(Kalem, 68/51-52)
Sırf bu âyet-i kerîme, kem nazarın ne dehşetli ve azametli bir tehlike olduğunu anlatmaya yetmez mi? Sadece gösteriş yapmak, muhatabı etkilemek, gündem maddesi/malzemesi olup birkaç beğeni toplamak, reyting yapmak, popüler olmak… gibi kaygı ya da maksatlarla, saklanması gereken ne varsa fotoğrafını çekip sosyal medyada servis etmek, musibetlere davetiye çıkarmaktan başka ne işe yarayacaktır.
Bu gibi ortamlar (sosyal medya), kimler eliyle tasarlanıp yapılmış ve piyasaya sürülmüştür, maksat nedir, para kazanmak mı, reyting avcılığı mı, Guinnes rekorlar kitabına aday olma/girme arzusu mu, insanlara bilgi sunmak mı, dini öğrenmesine yardımcı olmak mı, algılarla oynamak mı, kimler senelerce sürebilecek bir kolaylığı, hizmeti ücretsiz verebilecektir, bu mümkün müdür…? Gibi suallere cevaplar aranmadan, sunulan her imkânı sömürürcesine kullanmaya kalkışmak, beraberinde getireceği aksaklıkları da peşinen kabullenmek demektir.
İlla bir şeyler paylaşacağım diye, hesap-kitap yapmadan, getirisini-götürüsünü düşünmeden davranmak, bilinçli bir insanın/Müslümanın sahip olması gereken bir davranış biçimi değildir. “Hayat paylaşınca güzeldir” doğrudur ama bizler galiba paylaşılacak şeyleri yanlış anlıyoruz. Neleri paylaşmalıyız meselâ? İftar sofralarımızı yoksullarla, fakirlerle paylaşabiliriz, evlerimizi evsiz-yurtsuz, barınmaya ihtiyaçlı olanlarla paylaşabiliriz. Elbiselerimizi, giysilerimizi ihtiyacı olanlarla paylaşabiliriz. Acı ve sevinçlerimizi usulü dairesinde, çözüm sunabilecek kimselerle, kem nazarlardan uzak paylaşabiliriz. İlmimizi, birikimlerimizi, ürettiğimiz fikir ve becerileri daha güzel bir dünya için paylaşabiliriz. İnfâk adına, elimizin altında mal ve eşya cinsinden ne varsa Allâh’ın rızâsını umarak paylaşabiliriz ve evet, hayat böyle paylaştıkça pek güzel olabilir. Ama haremimizi ve harimimizi, özel olması gereken hallerimizi, mahrem duygularımızı, düşüncelerimizi paylaşmak?.. Allâh’a sığınmalı ve şiddetle bundan sakınmalıyız.
Rahmet Peygamberi (s.a.v) kuşkusuz bu konuda da mü’minleri çeşitli vesîlelerle uyarmış ve gereken düsturları inananlara duyurmuştur. “Nazar haktır. Eğer kaderi geçecek bir şey olsaydı, ondan önce nazar bulunurdu…” hadisiyle, insanlar üzerindeki ciddî etkilerine dikkatlerimizi çekmiş ve bizleri sakındırmıştır.
Eleştirdiğimiz ortamda paylaşılan bir hisse ile sözlerimize devam edelim ki, sosyal medya karşıtı olduğumuz, onu faydasız bulduğumuz kesinlikle düşünülmesin. Şöyle ki; “Cenâb-ı Allâh’ın dışında her şeyi/herkesi dinlemişler, bir tek Allâh’ı dinlememişler, O’nu dinleselerdi, bütün bu sıkıntılar başlarına gelmezdi!”
Evet, O’nu dinlemek ve O’nun Rehber tayin ettiği rahmet peygamberinin izini takip etmek bizi bütün sıkıntılardan kurtaracağı gibi, aksi halde davranmak sayesinde başımıza gelebilecek her hal ve sıkıntı, yukarıda da zikredildiği üzere; “Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir…” (Şûrâ, 42/30) ayetine muhatap kılacak bizi ve katlanmak durumunda kalacağız. Bunun da ötesinde tabii, bir de hesap gününde hesap vermek var…
Resûlullâh (s.a.v)’in; "Göz değmesi haktır. Aşırı bir hayranlıkla bakarken şeytan ve insanoğlunun hased duygusu hazır bulunur." (C. Sağir: 5747) mübârek beyanları, bu hususta bize ışık tutacaktır.
Biz, mesajımıza ışık tutsun diye, Rabbimizin ve Resûlünün emir ve tavsiyelerini dikkate alalım diye birkaç cümle ile daha doğru davranışlar sergilemek için bir kapı aralamaya çalıştık sadece… Allah (c.c.) her şeyin en doğrusunu bilendir.
Allah'ın yarattığı şeylerin şerrinden Allah'ın şifâ veren kelimelerine sığınırız.
Allah'ın yarattığı, ektiği ve var ettiği şeylerin şerrinden Allah'ın şifâ veren kelimelerine sığınırız.
Bütün insanların, cinlerin, şeytanların, zararlı şeylerin ve kem gözlerin şerrinden Allah'ın şifâ veren kelimelerine sığınırız.



Selâm ve duâ ile…
28.05.2017
 
 
Şeref İŞLEYEN