Kıyafette Takvâ ve Hayâ Ölçüleri
Allah’ın kullarına bir yaşam biçimi olarak sunduğu güzel dinimiz İslâm, ne sadece vicdanlarda saklanan gizli manzumeler bütünüdür, ne de yalnızca dış görünüşe yansıyan bir takım davranışlardan ibarettir. Bilakis, kişinin iç dünyasında ve dış dünyasında hayatın tamamını belirli esaslar muvâcehesinde tanzim eden prensipleriyle ebedî bir hayatı kazandırma projesidir.
İslâmiyetin davranışlarımıza yön veren düsturları cümlesinden olmak üzere bu gün, neticede insanı iffet ve hayâ gibi güzel hasletlerle buluşturan giyinme-örtünme konusuna ve bu anlamda geçmişimize ne derece sahip çıktığımıza bir bakalım istiyoruz.
Yüce Kitabımız iffet ve hayâ ölçüleriyle yaşamayı ve bu duygularla giyinmeyi öğüt veriyor mü'minlerine… Hz. Şuayb'ın kızlarının edeble yürüyüşlerini, utanarak konuşmalarını örnek veriyor. Cahiliye kadınları gibi açılıp saçılmama vakarının, ezvâc-ı tâhirâttan (Hz.Peygamber’in temiz ve pâk zevceleri) örneklerle ümmeti aydınlatan bir iffet kaidesi olmasını öngörüyor. Kıssaların en güzelinde Allah'tan hayâ etmenin büyüklüğünü anlatıyor.
“Allah şüphesiz adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara bakmayı emreder; hayâsızlığı, fenalığı ve haddi aşmayı yasak eder. Tutasınız diye size öğüt verir.” (Nahl:90) mübârek beyanıyla hayâsızlığı yasaklıyor bizim kitabımız. Bir bütünün iki yarısı gibi birbirini tamamlayan kadın ve erkeğin, Allah'ın buyruğuna riayet ettikleri sürece, yekdiğeri hakkında bürüyücü bir elbise olacağını beyan ediyor. “ Zinaya yaklaşmayın çünkü o, son derece çirkin bir iştir ve çok kötü bir yoldur.” (İsrâ:32) buyruğuyla, o çıkmaz sokağa varan yolların, ancak iffet ve hayâ ile kapatılabileceğine işaret ediyor. Kadın ve erkek bütün Müslümanlara haramdan gözlerini sakınmalarını emrediyor.
Önümüze çıkan haram tabloları bir çırpıda silmeyi-yok etmeyi beklemiyor bizden. Her hayrı usulünce talep etmenin yolunu gösteriyor. Önce nefsimizden başladığımız takdirde, çevremize ışık saçabileceğimizi buyuruyor. Ve muttakilere yaraşır vakûr elbiselere bürünmemizi, insanlık içinde iffet ve hayâ örneği olmamızı istiyor.
‘râf Sûresi'nde; sadece insana mahsus olmak üzere verilen elbise nimetinin, bu gayeye hizmet etsin diye ihsan edildiğini buyuruyor: “Ey Âdemoğulları! Size çirkin yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise indirdik. Hayırlı olan takvâ elbisesidir. İşte bu, Allah'ın âyetlerindendir, belki düşünüp öğüt alırsınız.” (A‘râf.7/26)
Âyet-i kerimede; örtünmeyi ve insanlara düzenli görünmeyi sağlayan, gösterişten uzak, mutedil bir giyim tarzı öngörülmüştür. Ve bu, insanı takvaya, takva libasına götüren yol olarak teşvik edilmiştir. Bedeni teşhir ile insan haysiyetini ayaklar altına alan giyim tarzının çirkinliğine işaret edilmiştir, diyebiliriz. Çünkü Takvâ elbisesiyle, takvâ arasında çok ciddî bir bağ vardır. Ve bir bakıma bunların ikisi de libastır. Biri kalbin ayıplarını örter ve onu güzelleştirir. Diğeri bedenin kusurlarını kapatır ve onu tezyîn eder, güzelleştirir. Böylelikle kişide, utanma duygusu inkişâf eder. Ne kadar çok takvâ, o kadar ziyâdesiyle hayâ süsü... İnsanı ne de güzel kılıyor!
Tefsirde belirtildiği üzere; "hayâ ve takva duygusundan uzak olan kişi, her ne kadar giyinse de, elbisenin rahmet ve bereketinden istifade edemez. Çünkü setr-i avret ve hıfz-ı namus gibi yüce gayeleri gözetmeyenin ve örtünmeyi değil, bedenini teşhir etmeyi gaye edenin kullanımında elbise, bir meta-ı gurûr olur. Elbise nimetinden faydalanmanın esası, takva düşüncesi ile giyinmektir. Hayâ ve haşyetullah ile giyilen elbise Allah'ın izniyle kişinin maddi ve manevi ayıplarını örter. Sahibini fenalıklardan muhafaza eder."
Nitekim Peygamber Efendimiz elbiseyi mübarek bedenini örten ve ibâdete zemin hazırlayan bir hayır vesilesi olarak değerlendirmiştir. Ehline ve ashabına da bunu öğretmiştir. O, elbisesinin temiz ve düzgün olmasına itina gösterirdi. Örtünme ile temiz ve düzenli giyimin en ideal insicamını mübarek hayatında tatbik ederdi. Asgari ihtiyacından fazlasına rağbet etmezdi. Onun elbiselerinden hiç biri topuklarından aşağı inmez, yerlerde sürünmezdi. Elbiseyi mutlaka sağ taraftan giymeğe başlar ve şöyle dua ederdi; ayıp yerlerimi örten elbiseyi bana giydiren ve onunla insanlara güzel görünmemi sağlayan Allah'a hamd olsun.
Bu davranışıyla giyinmenin; bedenin korunmasına, cemiyette edeb ve hayâ hislerinin canlı tutulmasına hizmet etmesi gerektiğine işaret ederdi. Önceki peygamberlerin sözlerinden bize intikal eden, “utanmazsan dilediğini yap” sözünü nakletmesi, bunu temine yönelik en mühim hatırlatmasıydı.
Yazık ki şimdi onun ümmeti, her gün biraz daha artan bir vurdumduymazlığın içine sürükleniyor. Yeni kuşaklara, giyinmekten maksadın örtünmek ve bedeni korumak olduğunu gereğince öğretemedik. Öğretemedik ki, uzuvların teşhirini ön planda tutan modacıların yönlendirmesine, bir heves ve özenti uğruna kolayca boyun eğmektedirler.
Bir toplumda bu derece köklü değişikliklerin bu kadar hızla gerçekleşmesi ve hiç bir fiziki baskı olmadan kabul görmesi hayra alamet değildir. Bir Müslüman, inancıyla bağdaştırmadığı bir kıyafeti hangi yorumla ve maksatla üzerinde taşıyor, kendine yakıştırıyor? Bunun sebeplerini araştırmak ve edebin güzelliğini, hayânın ulviyetini, bunları unutmuş görünenlere hatırlatmak ciddi bir mesele olarak önümüzde duruyor. Bu sebeple, ezanların okunduğu, Kur'ân'ın işitildiği şu memlekette; o sevimsiz kıyafetlerin nasıl olup da yaygınlaştığını ve insanların hangi yorumla geçiminden sorumlu olduğu kişilere bunları alabildiği sorusu etrafında düşünmek gerektiğine inanıyoruz.
Bir millet düşünelim ki, geçmişiyle olan ortak paydalarını unutma çabasında. İstikbalini yeşertecek hayat damarlarını kurutmağa çalışıyor. Böyle bir milletin encamı nice olur? Ecdadımız bu gün yaşasaydı bizleri sevmek isterdi, sevebileceği kılık-kıyafette görmek isterdi. Çünkü biz onların canlarından birer parçayız, nesillerinin devamıyız. Sevgili Peygamberimiz; huzuruna çıkabileceğimiz bir kıyafete bürünmemizi arzu ederdi. Ve biz, pek de uzak olmayan bir zamanda onlarla buluşacağımıza inanıyoruz.
Bununla birlikte şimdi, sokaklarda, caddelerde “Allah'tan korkmazsan bari kuldan utan”, sözünden medet umar hale geldik. Utanma duygusunu arıyoruz, hararetle… Onu da yitirirse bu toplum, ifsad olur. Yokoluşun eşiğine dayanır diye endişe ediyoruz.
İmanın en zayıf derecesinin kötülüğe kalben buğzetmek olduğu bilgisiyle yüreği sızlayan insanımıza, içinde ümitle sorumluluğun bir arada bulunduğu bir çift sözümüz olacak: Amansız alevler içinden ne kurtarılsa kârdır. Bir kişiyi günah deryasından kurtarmanın ecri dünyalara değer olduğu gibi, bir tek insanı ihmal etmenin vebali de o derece ağırdır.
Allah "bu benim tarzım" diyerek iffet ve hayâyı behîmi hislerinin çöplüğüne mahkûm eden kimselerden kardeşlerimizi korusun ve bizleri takvâ ehlinden kılsın.
Şeref İŞLEYEN