Kulluk için yaratıldık ve yaşamak üzere dünyaya gönderildik.
“Yol O’nun, varlık O’nun gerisi hep angarya…” ve bizlere bir hayat ikram edildi. İçini doldurmakla, ahiretimiz için dolu dolu yaşamakla mükellef olduğumuz bir hayat.
Şükürler olsun ki, “surda açılan gedik” leri nasıl onaracağımızı bize öğreten elimizde iki emanet var. O iki emanete sımsıkı sarıldığımız vakit, imanımıza, insafımıza, merhametimize, samimiyetimize cehdeden tüm taarruzları savuşturmak ve hayatımızı yeniden inşâ edebilmek için hâlâ imkânımız var. Ve her daim de olacak. Demek ki adresimiz bu iki kaynak. Yaratılışımızın ve varoluş mücadelemizin temel iki kaynağı, formülü; kitap ve sünnet.
İnsan olarak hayatımızı idame ettirebilmek için Rabbimizin bizlerin hizmetine, emrine amade kıldığı her nimet, bu dünyaya has olan varlıktır. İnsanın ölümü ile makam, zenginlik, şan ve şöhret gibi dünyalık hasletler onu terk eder. Kişi işlediği iyilik ya da kötülüklerle yani amelleriyle başbaşa kalır. Öyleyse mademki bizler için takdir edilmiş bir “son” var, bizim de “sonu olmayan” hayata hazırlık yapmamız gerekiyor, o halde bu günden tezi yok hummalı bir ahiret hazırlığına, ahiret azığı elde etme gayretine girişmemiz gerekiyor. Zira Rabbimizin rızası bu doğrultuda hareket etmemizi bize gerekli kılıyor.
Hemen bir bilinç (şuur) algısı oluşturarak işe başlamalıyız. Mademki yaptığımız, söylediğimiz, kabul edip sükût durduğumuz her halimizden hesaba çekileceğiz; hesabı ona göre yapmalı ve o hassasiyet üzere hareket etmeliyiz. Niyetimizin temeline de ihlâsı ve samimiyeti, az da olsa devamlı olan bir gayreti koymalıyız.
Rabb-i Rahim’imiz bizlere yapmamız ve sakınmamız gereken emir ve yasaklarını; indirilenlerin en hayırlısı olan yüce kitabımız Kur’an-ı Kerîm ve âlemlere rahmet, insanlara müjdeci ve rehber diye bize gönderdiği “habibim” dediği O muhterem Resûl-i Ekrem (s.a.v) ile bildirmiştir. Kulluğun gereğini yapabilmemiz, yaşadığımız bu dünya da bunu sağlamanın tek yolu dünya ve âhiret dengesini kurarak yaşamaktan geçer. Zira Resûl-i Ekrem (s.a.v) bir Hadis-i Şeriflerinde: “Dünya âhiretin tarlasıdır, ne ekerseniz onu biçersiniz!” buyurmuştur.
Bilindiği üzere, dünya hayatı yalnızca “Oyun ve eğlenceden” ibarettir, aynı bir film şeridi gibi gelir ve geçer. İnsan kısa bir süre dünyada kalmaktadır. Baki olan âhiret hayatına kıyasla burası bir hiç mesabesindedir. Yaratılışının gereği olarak insana “Altınlar, gümüşler, evler araba vs.” sevimli gösterilmiştir. Ama ne var ki bütün zamanını bunlara ayırmak bunlar için yaşamakta sonuçta insanı şiddetli bir akıbete dûçâr kılmaz mı? Önemli olan kulluk vazifelerini elinden geldiğince yerine getirmektir. Aslında bu dünya ziynetlerinin (Altın, ev, araba, şöhret, vs.) arkasındaki esas düşünce, geçici olan nimetlerin derinliğindeki ve özündeki o siyahlığı, kap-karalığı ve uçurum olan çukuru görebilmek ve buna göre hareket edebilmektir. Bu da Mü’minin feraseti ile görülür.
Yine Peygamber Efendimiz (s.a.v) Hadis-i Şeriflerinde “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi âhiret için çalışınız” buyurmaktadır. Bundan dolayıdır ki İnsan geçici olan dünya hayatını mamur etmeye çalıştığı kadar da âhiret hayatını da imar etmeye çalışmalıdır.
Allah’ın emir ve yasaklarına gerektiği biçimde özen göstermeyerek dünya geçimliğini her şeyin üstünde tutanlar, önüne geçilmesi zor bir hayatın girdâbının derinliklerinde kaybolmuşlardır. Buradan kurtulmayı ebedî hayat yolunu açan prensiplere sarılmayı kurtuluşun ancak burada olduğunu ne zaman idrak edecekler. Can boğaza gelmeden görevli emanetini almadan, Rabbin kim? Dinin nedir? Sorularına muhatap olmadan, dünya ve dünyadakilerden ayrılmadan gerçek anlamda Allah’ın bizden istediği bir kul olmaya gayret etmeli, görevler aksatılmadan bilinçli bir şekilde yerine getirilmeye çalışılmalıdır.
Bişr-î Hâfî (k.s) hazretlerinin bir sözü ile devam edelim; “Dün öldü, bugün can çekişiyor, yarın henüz doğmadı, zamanın kıymetini bil ey insanoğlu. Çünkü boşuna ve inançsız geçirilen zaman, kaybedilen ve geri dönüşü olmayan bir kayıptır” buyurarak bize dünya hayatını artık ciddiye almanın zamanı geldiğini vurguluyor.
Günümüzde geçici dünya hayatına aldanarak, kulluk bilincinden uzak sorumsuz, emanete ihanet eden nefsani şehvetlerin öne çıktığı, helalin haramın gözetilmediği, gününü gün etme, düşene bir tekme de sen vur düşüncesinin yürütüldüğü, âhiret hayatını yok sayarcasına yaşayan insanlar görüntüsü arz etmektedirler. Akşam olup da işten eve veyahut gece yatmadan kendisini o müthiş ve zor olacak sual gününe hazırlık yapmanın alıştırmasının yapılmadığı, bu gün Allah için, O’nun rızası için ve getirmiş olduğu bu güzel din için ne yaptım? Diye defalarca sorguya çekmediği kendi benliği, bir gün gerçeklerle karşılaşınca insanoğlu acaba ne yapacak? Bu nedenle yaratılış gayesini bilerek Allah’a kullukta, sevgide, merhamette, şefkatte, dostlukta, tüm güzel şeylerde, tüm güzel iyiliklerde yarışmalı değil miyiz?
Öylesine zikzaklı ‘gel-git’ lerin yaşandığı bir dönemden geçiyoruz ki insanların ne ilahları net, ne dinleri net, ne de iman ve kullukları... Allah'ın hükmünü inkâr ettiği, İslam şeriatını reddettiği, dahası kendisine laisizmi, hevâ ve heveslerini bir yaşam biçimi, dini bir hayat olarak seçtiği halde, Müslümanlık iddiasından bir türlü vazgeçmek istemeyenlerin dünyasında yaşıyoruz. Bu çağın insanı meydan okuyor ve diyor ki: "Ben Allah'a da inanırım sahte ilahlara da; namaz da kılarım, kiliseye de giderim; hacca da giderim, faiz de yerim; laik de olurum, Müslüman da olurum; yani mü'min de olurum kâfir de! "
Ömer Hayyâm’ ın dediği gibi;
“Bir elde kadeh, bir elde Kur’an
Bir helaldir işimiz bir haram.
Şu yarım yamalak dünyada,
Ne tam kâfiriz ne tam Müslüman!”
Bu günün özeti bu olsa gerek. Aslında hayat kulluktur. Onun içindir ki, insanın diğer bir adı da Kul’dur. Yani insan yaratılırken KUL olarak yaratılmaktadır. Çünkü insanın asli vazifesi Allah'a kul olmaktır. Yüce Allah kendi kitabında bu gerçeği çok açık ve net bir şekilde beyan ediyor: "Ben cinleri ve insanları sadece bana kulluk etsinler diye yarattım." Bu söz yaratılış ile beraber verilmiştir. Yani yaratılan her insanın Allah'a sözü vardır, Allah ile anlaşması vardır. Allah yaratacak, kul da kulluğunu yapacak... Kul demek, Allah'a ibadet ve itaatte bulunan demektir.
Allah’a layık-ı veçhile kul olabilmek, kullukta kalabilmek, kitap ve sünnetin düsturlarıyla bir bilinç inşa edebilmek dua ve niyazıyla okuyucularımı selamlıyor, esenlikler diliyorum.