Avazı çıktığı kadar bağırmak, sağa sola salvolar savurmak. İşlenen her cürüme bir kılıf bulmak… Umuma açık yerlere yazılan gayri ahlaki yazılar, sloganlar, okul sıralarına kazınan yazılar, şiirler, küfürler, çizilen resimler, kamu malına verilen zararlar, kanun nizam tanımama…

          Duyguların, hatıraların, öfkelerin, hislerin topluma açık olan yerlerde, toplu taşıma araçlarında malzeme olarak kullanılması kişilik alt yapısının ne kadar bozuk olduğunun göstergesi

          Kollarına jiletle sevdiği kızın adını yazan gençler, ölçüsüzlüğün tavan yaptığı bir cinnet hali, ruhun bedenle eklemlenememesinin tezahürü.

          Sadece kendisini bir birey olarak görme, içinde yaşadığı toplum ile hukukunun olması gerektiğinden habersiz bir haleti ruhiye içerisinde olanların yoğun olduğu bir toplumda can ve mal güvenliği emniyet altında olabilir mi?

         Oysa yaşayan ve dünyaya yeni gözlerini açan insan için kâinatın bütün güzelliklerini ve aşkını taşıyacak duygular ona verilmiştir.

         Zira maddeyle yoğrulan, zihinler aynı doğrultuda ürünler çıkardı ortaya. İçerikten yoksun, manadan yoksun hayat tarzları, beyine musallat olan, yönlendirici müzik türleri, değerlerden uzak dizi filmler, samimiyetten uzak yaklaşımlar…

        Evet, kendimizi büyük bir ustalıkla kandırdığımız, başkalarına anlatacağımız o kadar da çok masallarımız var ki.

        Esnaf yatmadan yatmaya evine ancak gidebiliyor. Daha çok kazanma hırsı… Kahveler tıklım tıklım. Oyun taşlarının sesi dışarıdan duyuluyor. Sandalyesini dışarı atan beyefendiler atmışlar bacak bacak üstüne hararetli hararetli ülke sorunlarını konuşuyorlar. Oturdukları yerden dünyaya nizam vermede mahirler. Onlar konuşunca ülke sorunları daha bir önem kazanıyor. Çarpık kentleşmeden tutun, ekonomiye, seçim sonuçlarının nasıl neticeleneceğinden, dış politikaya kadar  fikir ve çözüm üretiyorlar. Çaylar doldur boşalt.

Akşam oldu mu eve. Ertesi gün aynı mekânda yerini alma sevdası. Hani derler ya koltuk tatlı gelir diye. Onların koltukları da, dört ayaklı sandalye. Bir de dönerli olsa değmeyin keyiflerine. Ya evdeki eş, okuldaki çocuklar onlar ayaklarının üzerinde dururlar canım.

       Bey amca kitap okur musun, kitapla aran nasıl diye sorarsın ne kitabı koçum ben hayat kitabını yazmışım.

       Oysaki kahveye vereceği parayı kitaba verenler hem kendisine, ailesine hem de ülkeye hizmet etmiş olurlar.

      Hayat kitabını yazmış ya bizim kahve bilimcimiz. Dört çocuk, bir hanım. Çocuklar kendi dünyasında, hanım başka bir dünyada… Bizim beyefendi hayatın kitabını yazmış.

Her alanda mahirler maşallah. Ezan okunur, yarım bir kalkış hareketi… Yani bu da var bende edasıyla. Sonrası, cinsellik ağırlıklı, tertemiz gökyüzünü karartacak yirmi metre öteden duyulan katmerli küfürler, kadına elindeki okey taşı ve iskambil kâğıdı kadar değer vermeyen kahve bilimcileri, oyun taşını nereye koyacak diye kafa patlatırken bilmem nerede devletin polisine taş atan, duvarlara yazı yazan evladı… Koca koca yalanların neferleri… Ne yaşadığını bilmeden, sadece yaşamak olsun diye hoyratça sarf edilen nefesler, sonrasında ağlayan eşler, suça itilmiş, ruh dünyası paramparça olmuş suçlular ordusu…

      Koca bir yalanın yalan oyuncuları… Ezik anne ve babanın ezik evlatları. Ne yapacağına sen değil ben karar veririm hegemonyası. Emir büyük yerden. Saçına sakalına, kıyafetine dikkat et, notların yüksek olsun, çok çalış, arkadaşından daha yüksek not almazsan, eve gelme. Meslek sahibi olacaksın, etiketsiz mal olmaz.

      Üniversite sınavına gireceksin, hafta sonu uyku yok, erken kalkacaksın, kaç soru çözdün bugün? Duygularının canı cehenneme.

      Yaşanan çöküntüler kimin umurunda. Şaşalı hayatları beklerken ağzının tadı tümden kaçan zavallılar...

       Akıl hastanesinin koridorlarında yankılanan sesin bile bir mazisi var. Yarın, ağlayan, sızlayan, ızdırap çeken, devletine baş kaldıran, polisine taş atanın da bir mazisi olacak tabiî ki. Bulutlar ağlamasaydı, çimenler gülmezdi.

           Her yükseliş, bir fedakârlığa dayanır. Şimdi çocuklarımıza ağlayalım ki, onlarla beraber bizde gülebilelim.

          Burnumuzun dibindeki bize bahşedilen güzellikleri görmeyip süfli mekânlarda hazine aramaya giden ve aradığını bulamayan adamı oynamaktan vazgeçtiğimiz gün, her yükselişe omuz verdiğimiz gün olacaktır.