“De ki: Yeryüzünde dolaşın da suçluların sonunun nasıl olduğuna bir bakın.” (Neml, 27/69)

            İnsanlığı yani kendimizi seyrediyoruz her gün her vesile ile karşımıza çıkan fotoğraf karelerinde… Yaratıcı tarafından özümüze yerleştirilmiş olan merhametten her geçen gün uzaklaşıyor olmanın ıstırabı yansıyor yüzlerimize... İnsanlık olarak bugün yükselen hayat trendimize rağmen dünyamızı kuşatan bir hiddet ve şiddet girdabında bocalamakta ve boğulmaktayız.

            Gün geçmiyor ki, medyada katliam ve cinayet haberleri yer almasın. Anne babasını öldüren evlat, evladını katleden anne babalar, kadına uygulanan şiddet ve bir adım ötesinde cinayetler, toplu katliamlar, yurtsuz, yuvasız bırakılmış insanlar, mülteci mezarlığına dönen denizler, kıyıya vuran minik bedenler esefle izleyebildiğimiz sıradan olaylar halini aldı. Yine bu fotoğrafta; uyuşturucu ve alkolün pençesinde perişan olmuş gençler, meskenleri sokak olan, türlü istismara maruz kalan çocuklar, nefretin, yalnızlık ve terk edilmişliğin mağduru yaşlılar var. Yani biz varız. Merhamet hırsızlarının soygununa uğrayıp insanlığından yoksun bırakılanlar... Felsefesini, “insanı öldürmek” üzere kuran ideolojilerin esir aldığı bilinçler, vicdanlar...

            Özünde, şefkat ve merhameti barındıran ve daha dünyaya geldiği andan itibaren, en az anne sütü kadar şefkat ve merhamete muhtaç olan insan, bugün merhametsizliğin kollarında kin ve nefretle besleniyor. İnsan fıtratına yabancılaşıyor ve ondan hızla uzaklaşıyor...

            “Merhamet, ancak kalbi katılaşmış inançsız bedbahtların kalbinden kaldırılmıştır.” (Hâkim, Müstedrek No: 7632)

            Kalbi besleyen merhamet pınarları kurumaya görsün bir kere, o zaman ne tabiat, ne hayvanat ne de insaniyet tanıyor vahşetin sınırlarını…

            Zulüm ateşten gömlektir ve onu giyen kendisini de, ailesini de, çevresini de beraber ateşe sürüklemektedir. Merhametsizlik, bir insanlık sorunudur. Merhameti olmayandan medet mi umulur? Huzurun temini için; "Merhamet etmeyene, merhamet edilmez!" Nebevî düstûrundan hareketle, ferd ve cemaat planında, yaradılmış bütün mahlûkata karşı bir "merhamet seferberliği"nde bulunmak kaçınılmazdır.

            “Canlı-yürüyen Kur’an” olabilme donanımına sahip olarak yaratılan insan, yazıktır ki “canlı bomba”lara dönüştürülerek fıtrat gayesinden uzaklaştırılmış; felsefelerini “insan öldürme” üzerine kuran ideolojiler, esir aldıkları bilinçler ve vicdanlar ile karada ve denizlerde mazlum ve masum bedenlerle ceset tarlaları oluşturmuşlardır… Keşke devletler, “silahlanmaya” ayırdıkları bütçelerini “merhametlenmeye” ayırmış olsalardı da bugün insanlık, bir “kan gölü” üzerinde oturuyor olmasaydı… Maraz, merhametten değil, merhametsizlikten doğuyor!

            Sorumluluğu üstlenmiş insanımız-ümmet tarafından artık heva ve hevesler ilahlaştırılıp, sorumluluk ve fedakârlıklar başkalarına devrediliyor. Merhamet eli uzatmamız gereken bu sorunlar karşısında kendimizi haklı çıkaracak bir mazeretimiz her zaman var. Sosyal devlet olgusu, huzur evleri, aş evleri, bakım evleri, çocuk yuvaları gibi kurumsal oluşumlar, sorumluluk sahibi fertlerin üstünden attığı yükleri nasılsa yükleniyor. Bu durum yüreğimize su serpiyor. Şiddet neredeyse insanlığın ortak dili hâline geldi.

            Bugün küçük büyük her yaştan insanımız internet oyunları, çizgi ve dizi filmler, şiddeti seyirlik malzemeye dönüştüren programların kuşatması altında. Bütün bunlar bireysel ya da toplumsal tehlike olmanın ötesine geçip, küresel tehdit hâlini almış durumda. Bu itibarla merhametsizlik âdeta çağın bulaşıcı hastalığı gibi kıtalar geziyor. İnsanlıktan sınıfta kalmak üzereyiz. İnsan insanın kurdu oldu maalesef. Melekleri haklı çıkarmak için yarıştı adeta şiddette… Yaratanını incitme pahasına…

            “Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemeyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi.”  (Bakara, 2/30) ayetinde buyurulduğu gibi…

            Bugün kalplerin pasını silmek, şiddet ve zulmün gönüllerde açtığı yaraları tedavi etmek için topyekûn bir yürek terbiyesine ve merhamet seferberliğine ihtiyaç vardır. Geçmişin günahlarını bağışlatmak ve geleceği aydınlık kılmak için ilahî rahmet ve nebevi merhamet gerekli hepimize. Kur’an ve sünneti bir kez daha bu perspektiften okumaya koyulmalıyız. Kur’an-ı Kerim kalbin hastalıklarından bahsederken; kalp gözünün kör olmasına (Hac, 22/46), kalbin katılaşmasına (Bakara, 2/74), kilitlenmesine (Muhammed, 47/24), hastalanmasına (Bakara, 2/10) ve nihayet mühürlenmesine (Câsiye, 45/23) dikkatlerimizi çeker. Bu manevi hastalıkların tedavisinde en etkili ilaç merhamet olacaktır.

            “Sonra da iman edenlerden olup birbirine sabrı tavsiye edenlerden ve birbirine merhameti tavsiye edenlerden olanlar var ya işte böyleleridir erdemliliğe erişmiş olanlar.” (Beled, 90/17-18) parlak beyanlarında buyurulduğu üzere kuşanmalıyız merhameti…

            Hayatı doğru yaşamak için kanunları ve kuralları sadece bilmek yeterli olsaydı, peygamberlere ihtiyaç olmazdı. Allâh-u Teâlâ melekler aracılığıyla ya da başka bir vâsıtayla hayatı kuşatacak ve davranışları yönlendirecek ilâhî hükümleri ihtivâ eden kitaplar gönderir; insanlar da o kitaptaki ahkâm ve kurallara uyarak doğru yolu bulmuş olurlardı.

            Allâh (c.c.) insanların “model-örnek” ihtiyaçlarına istinâden onlara kendi içlerinden merhamet, şecaat, adâlet, cesaret ve vefâ yüklü peygamberler göndermiştir ki, ümmetlerine fiilen yol göstersin, model olsun, söz söylesin ve hikmetlerle onların arınmalarına vesile olsunlar… Ki, Kutlu Nebi’den asırlar sonra bugün O’na iman etmiş gönüller, yeniden tutuştursun merhamet meş’alesini…

            Merhamet bir merhemdir, acılarını tâ yüreklerinde yaşayan mahzun gönüllere… Onu sürmeli, onu aşılamalı, onu anlatmalı akleden bütün beyinlere… Hoyratça yaşadığımız ve harcadığımız hayat nimetini merhamet aşkıyla donatmalı, önce kendimizden başlamalıyız merhamet göstermeye. Gönlümüzü nefsani duygu ve şeytani vesveselerin işgalinden kurtarmalı, öfkeyi, kini, hasedi, intikamı, nefreti lügatimizden ve hayatımızdan çıkarmalıyız.

            Merhamet bütün ahlaki erdemleri bünyesinde barındıran bir gönül serveti, insanlık sermayesidir. Ana kucağı gibidir merhamet, tüm ahlaki ve insani güzellikleri kuşatır. Merhamet sevmektir, paylaşmaktır, affetmektir, hoş görmektir. Ve “yufka yürekli” olabilmektir.

            “Allah’ım! Senin katından öyle bir rahmet istiyoruz ki, o rahmet vasıtasıyla kalbimizi doğru yola ilet.” (Tirmizi, Deâvât, 31.)