Emellerine ulaşmak isteyen küresel güçler yeni bir ilaç keşfetmiş gibi teröre siyasi anlamlar yükleyerek meşruluk kazandırıp bu coğrafya üzerinde işgal, isyan, bozgunculuk, zulüm, göç, tehcir, iltica, mülteci, zayiat,  tahribat, vahşet, sefalet ve katliamın mihmandarlığını yaparak Ortadoğu coğrafyasının yer altı ve yerüstü zenginliklerine el koyup, Türkiye'nin elini zayıflatma, kendi alanına hapsetme hesapları yapıyorlar.

            Suriye'de rejim yanlıları, ypg, pyd, pkk, daeş gibi unsurlar icad ederek ülkelerin dilini, dinini, kültürünü ortadan kaldırma ve bu yangını Ülkemize yayma oyununun sistematik olarak devreye sokulduğunu görüyoruz.

Amerika her fırsatta müttefiklerini de yanına alarak tüm dünyaya, Ortadoğu Ülkelerinin mutlaka demokratikleşmesi gerektiğini ve demokratikleştirileceğini söylüyor. Bunu da terörü önlemek amacı ile yaptığını ileri sürüyor. Ancak mesele Suriye olunca orada serbest seçimlere karşı çıkıyor ve zalim Esed'in BAAS'ına arka çıkıyor. Serbest seçimler olur ise, BAAS'ın iktidarı kaybedeceğini ve her dört kişiden üçünün Sünni olduğu ülkede Sünnilerin iktidara geleceğini ve haliyle Amerikan politikaları ile örtüşmeyeceğini biliyor. Demokratik yollarla iktidara gelen Sünni bir iktidarın Türkiye ile ilişkilerinin sağlam, sıkı işbirliğine kapı aralayacağını da biliyor.

             Sayın Cumhurbaşkanımızın devamlı “Dünya beş’ten büyüktür ifadesini kullanması, öte yandan Esed'in gitmesi gerektiği konusunda verdiği mesaj, ideolojik savaş ajanlarının, başta Amerika ve Rusya’nın stratejilerini bozuyor. Amerika ve Rusya’nın Ortadoğu’daki bilek güreşine resti çekiyor.

Türkiye, artık mücadelesini sadece kendisi için veren bir ülke konumundan ziyade,  dünyanın yönünü belirlemede rol sahibi olmak için veriyor. Kolektif akılla hadiseleri sentez etme gücünün yüksek olduğu devletler kategorisinde olduğunun farkında olan bir Ülke olduğumuzu dost düşman herkes bilsin.

            Türkiye’nin yükselişini akamete uğratmak için düşünce aşamasındaki projeleri bile kuduz köpekler gibi takip eden küresel alçaklar ve ona teşne olan içteki hainler, ülkeyi sevdiklerini söyleyip eğlencede sınır tanımayan ekranlarda şıkır şıkır göbek çeviren, kalça kıvırıp, gerdan titretenler,  aidiyet inkârı travmasına yakalananlar, içimize akıttığımız gözyaşına bigâne kalanlar, kendisine ait her şeyi ama her şeyi böylesine bir hoyratlıkla ret ve inkâr eden milli benliğini ve haysiyetini satanlar unutmasınlar ki, aslında bunu yapmakla milli ve manevi değerlerine sıkı sıkıya bağlı olanları yok etmiyorlar. Aksine bunlar,  kendi yaşam haklarından feragat eden köksüz öksüzler olarak tarihe adlarını yazdırıyorlar.

Aman Amerika ne der, İngiltere ne söyler, Fransa nasıl davranır?  Ne derleri aştı artık bu Ülke. Hiçbir Ülkenin övgü ve yergilerine göre politika belirleyen bir Ülke değil Türkiye.  

Avrupa Ülkelerin kendi ülkesini gammazlayan, akşam olunca bu güzel vatan toprağında başını yastığa koyup Avrupa rüyası sayıklayanlar kimyamızı bozsa da, bizleri hicrana gark etse de, onursuz onurluların olduğu bir atmosferde yaşamak, aynı havayı solumak zorunda olmak boğucu olsa da, renklerin tefrik ve temyiz edilmesi ve bu ülkede sakat zihinlerin ne yapmaya çalıştıklarının görülmesi açısından da bir yönü ile hayra kapı aralanmıştır.  15 Temmuz’da verilen asil mücadele bunun en güzel örneğidir.

Zira hastalıklara teşhis koyma ve ona göre metot ve strateji geliştirme reflekslerini Ülkeye kazandırmıştır.

            Aktör devlet olmamızı geciktiren amillerin başında,  herkesin ayrı telden çaldığı, iktidardan imtiyaz koparma yarışına giren yapıların olmasıdır.

            Gelinen son nokta da 33 vatan evladımızı toprağa verdik. Şehit oldular. Acımız, öfkemiz ve kinimiz tarif edilemeyecek boyutta. Ancak bizler inanıyoruz ki, İman varsa imkânda vardır. Devletimizin gücünden zerre şüphemiz yoktur ve gereken cevap anı anına verilmektedir ve bu vatan evlatları küfrü tarumar etmeye muktedirdir. Bizim gücümüzü test etmeye kalkanlar, Ortadoğu’da at koşturma sevdasında olanlar bunun bedelini en ağır şekilde ödeyeceklerdir bunda asla şüphe yoktur.

Şuurlu,  içten gele gele, şiddetle arzu ederek çekilen ızdırap, dökülen gözyaşı, yapılan dua,  şüphesiz ki hüsn-ü kabul görecek ve sebepler dairesinde, tüm İslam alemine kaybettiği ruhunu ve dinamizmini geri verecektir.

            Zira gözyaşı rahmettir, gözyaşının menşe-i, Anavatanı İslam'dır.  Gözyaşının ve ızdırabın çokluğu ölçüsünde zulüm tarumar olur.

            Zulüm karşısında gözyaşı; sebeplere sarılıp gayret gösterildiği ölçüde, adaletsizliğe ve merhametsizliğe karşı en etkili silahtır. Yeryüzünde en güçlü silahın ateşlenmiş insan ruhu olduğu bilincinde olan, ölüme düğüne gider gibi giden bu milleti Allah mahzun etmeyecek küffarın heveslerini kursaklarında bırakacaktır.

            Mevlana ne güzel söylemiş: Aşk davasına girişmek kolaydır ama her dava, delil ister. Delilin nerede der.