Cuma Sohbetleri
13.02.2015
                   Müslümanın Hayatında “ZİKİR”
              İslâm, insanları sahte ilahlardan arındırarak Allah'a kulluğa çağırma gayesiyle gelmiştir. Onları insanların icat ettikleri her türlü sahte ve bayağı ilahlara esir olmaktan kurtarıp, Allah'ın nizamına ulaştırmaya yönelik olan bu ulvi hedef, "Allah’tan başka hiç bir ilah yoktur" anlamındaki "La İlahe illallah" tevhîd esasına dayanır. Bu esasın kalbte inanç, duygu ve hareketlerde ibadet, hayat sahasında da nizam olarak tatbik edilmesi, insanın hayatında bütünüyle Allah'a yönelmesiyle mümkündür. Böylece insanoğlu, işlerinin hepsinde ve her anında Allah'ın ilâhî nizâmını hatırlayıp, O'na müracaat ederek Allah'a itaat eden bir varlık haline gelir. İşte insanın Allah'a itaat etme ve kul olma yolunda yürüyebilmesi için atılması gereken ilk adım da bu anlamda zikr'dir. Rabbimiz; ““Beni anın ki, Ben de sizi anayım. Bana şükredin, sakın Bana nankörlük etmeyin!”(Bakara,152) buyurur. Bu tespitten sonra şimdi, kulluğun başlangıcı diyebileceğimiz "zikr" mefhumunu açıklamaya çalışalım.
            Kelimenin aslını, manalarını ve lügat tariflerini sözlüklere havale ederek biz dîni bir mefhum anlamında "zikr"i; "Allah'ın Esma-i Hüsna’sını (güzel isimlerini) yüceliğini ve ulûhiyyetini anarak O'nun ilahî hükümlerini hayatın her anında hatırdan çıkarmadan davranışları bu hükümlere göre yapmak" manasında tarif ederiz. Görüldüğü gibi zikr Allah'ın dinini gönülden kabul etmenin dil ile ikrarının yanında, davranışların bu dinin hükümlerine uygun olarak ortaya konulmasını da ifade etmektedir.
            Ayet ve hadislerin işaretiyle çıkarılan sonuçlara göre, zikrin üç çeşidinin var olduğu görülür: (Birincisi) Dil ile zikr (Zikr-i lisanî): Allah (c.c) ı, Esma-i Hüsna’sı ile yadedip hamd etmek, O'nu tesbih edip Kitabını okumak ve dua etmek şeklinde yapılan zikrdir. (İkincisi) Kalbî zikr (Zikr-i Kalbî): Gönülden Allah'ı anmaktır. Zikrin bu çeşidi, Allah'ın varlığını gösteren delilleri düşünmek, O'nun tekliflerini, emir ve yasaklarını tefekkür ederek kalbi her türlü şüphelerden arındırmak ve mahlûkattaki yaratılış sırlarını temaşa ile olur.(Üçüncüsü); Bedenî zikr (Zikr-i Bedenî): Bedenin azalarını her birini memur bulundukları vazifelerle meşgul edip, nehy olundukları şeylerden uzaklaştırmaktır. Görüldüğü gibi zikirden maksat, Allah'a itaat ve kulluktur. Hem de tüm taatleri kapsayıp her türlü isyanı terk etmeyi gerektiren bir kulluk...
            Mü'min önce Allah'ı ve O'nun bildirdiği hakikatleri kalben tasdik eder, sonra bunları dili ile söyleyip bütün hayatını bu hakikatlere uygun olarak sürdürür. Nitekim "onlar ayakta, oturarak ve yanları üzerine yatarak Allah'ı zikrederler, göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler, Rabb'imiz (derler) bunu boş yere yaratmadın, sen yücesin bizi ateş azabından koru" (Al-i İmran, 191) meâlindeki zikirle ilgili, bu ayette, "Allah'ı zikrederler" fermânı, dilin kulluğuna; "ayakta oturarak ve yanları üzerine yatarak" fermânı da organların kulluğuna; "göklerin ve yerin yaradılışı üzerine düşünürler" emr-i ilâhisi ise; kalb, akıl ve ruhun kulluğuna işaret etmektedir.
            "Rabb'ini çok an, akşam sabah O'nu tesbih et" (A-i İmran, 41), "Onlar ki inanmışlardır ve kalbleri Allah'ı zikretmekle mutmain olur huzura kavuşur. İyi bilin ki kalbler ancak Allah'ı zikretmekle mutmain olur" (Ra'd, 28), "Ey mü'minler Allah'ı çok zikredin" (Ahzab, 41) meallerindeki ilahi vahyler mecmuâsı, zikrin faziletini ifade edenlerden sadece bir kaçıdır.
            Allah'a kullukta insanlara en iyi örnek olan Hz. Peygamber (s.a.s.) her durumda Allah'ı zikretmekte de ümmetine en iyi rehber olmuştur. Hz. Aişe (r.a.) nin "Resûllullah (s.a.s.) her zaman ve her durumda Allah'ı zikrederdi." (Kurtubî, El-Cami-li Ahkami'l-Kur'an, IV, 310)demesi, O'nun hayatında zikrin yerine ve önemine yeterince işaret etmektedir. Peygamberimiz (s.a.s.) de "Rabbini zikreden kimse ile etmeyen kimsenin misali diri ile ölü gibidir" (Tecrid-i Sarih Tercemesi, XII, 35) buyurarak zikrin insana hayat bahşeden özelliğine, bundan gafil olmanın da olumsuz neticesine işaret etmiştir.
            Zikrin en güzel ifadesi olan namaz, Kur'an'da "kötülüklerden ve çirkin şeylerden uzaklaştırıcı" (Ankebût,45) bir ibadet olarak belirtildiğinden Peygamberimiz (s.a.s.) "kimin namazı kendisini kötülerden ve çirkin şeylerden alıkoymazsa (o namaz) o kişiyi Allah’tan uzaklaştırmaktan başka ona bir şey kazandırmaz” (Kurtubî, el - Cami'li Ahkami'l Kur'an, XIII. 348) buyurdu. Geçen ayet ve hadisler, sözde kalmayıp davranış olarak Allah'a itaati esas alan zikrin, faziletine işaret etmektedir.
            Zikir konusunda insanları Allah’ı zikretmekten alıkoyan etkenler var. Genel olarak iki bölümde ifade edebileceğimiz bu sebeplerin ilki, zikr yolunun açık düşmanı olan şeytandır. Şeytanın hedefi, bir takım kötülüklerle veya değişik taktiklerle mü'minlere Allah'ı unutturmak ve onları Allah yolundan saptırmaktır. Şeytan içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?” (Mâide,91) ayeti bu duruma açıkça işaret eder. Diğeri de insanların mal, evlat gibi kendilerine göre üstün saydıkları pek çok varlıkların etkisine ve cazibesine kapılarak, Allah'ı tanımaz ve anmaz hale gelmeleridir. İnsan yaratılışının ana gayesinin "Allah'a kulluk" olduğunu mensuplarına öğreten İslâm, helal ve temiz olan dünya nimetlerinden faydalanmayı yasaklamamış, ancak onların insanın ana gayesi olmasını ve Allah'ı unutturacak bir hale gelmelerini kabul etmemiştir. (Munafikun, 9; Nur, 37) Bu gerçeğin unutulması sonucu, dünya aldatıcı süsü ve menfaatleri, günümüzde de pek çok insanın gözünü ve gönlünü kör etmiş, bu insanlar adeta Allah'ı tanımaz hale gelmişlerdir. Allah'ın zikrinden yüz çevirmenin neticesi olarak ortaya çıkan bu durum, sahiplerini hızla İslâm dışı bir yaşayışa itmektedir.
            Zikrin en faziletlisi olan "La ilahe İllallah", İslâmın hayat nizamıdır. Çağlar boyu gelen ilahi dinlerdeki inancın ana kaidesi, Allah'ın ulûhiyyeti esasına dayanır. Bu ilke insana hayatla ilgili her çeşit faaliyette, Allah'ın hükümlerini hatırlayarak O'na yönelmeyi ifade ettiği için zikrin en faziletlisidir. Dillerimizi Allah’ın zikrine alıştırmalı, boş-lüzumsuz ve mâlâyâni sözlerden arınabilmek için sürekli “Lâ ilâhe İllallâh” demeliyiz.
            Zikir; Kur'an ve sünnetin gösterdiği doğrultuda söz ve fiilleri birleştirip Allah'a itaat etmek Allah'ı tevhîd ederek O'na inanmaktır. Bu Peygamber (s.a.s.)in "Şüphesiz ki Allah, kendi rızası için La İlahe İllallah diyen kimseyi cehenneme haram etmiştir." (Tecrid-i Sarih Tercemesi, II, 366) hadisinde ifadesini bulan hakiki imandır.
            Sonuç olarak diyebiliriz ki zikr, dil ile Allah'ı anmak yanında kulun her durumda Allah'ın dinini hatırlayarak O'na teslim olmasıdır. Zikr, Allah'ın dinini hayata hâkim kılmanın, bariz bir hedef olduğunu unutmamaktır. Zikr, kalbin Allah'ı unutmaması, dilin hakkı konuşması, yaşayışın İslâmî hükümler doğrultusunda olmasıdır. Zikr, iman ve ihlas ehlinin sermayesi ve ayrılmaz sıfatıdır. Zikr, mutlak anlamda Allah'a itaat olup O'na isyan etmemektir. Hadis-i Şerifte "Allah'a itaat eden Allah'ı zikredendir, Allah'a isyan eden de Allah'ı unutandır" (Kurtubî, el-Cami'li Ahkami'l-Kur'an. II.171) buyurulur.
            Zikr, iman ve İslâmı en büyük nimet bilip Müslümanca yaşayarak İslâm üzere ölüp Cennete girmenin ve Allah'ın rızasını kazanmanın, tek kurtuluş yolu olduğunu unutmamaktır.
             Allâh (c.c.) kalblerimizi, niyetlerimizi, sinelerimizi ve bedenlerimizi zikrine açsın ve bizleri sâlih kullarından eylesin.(Âmin).
Şeref İŞLEYEN