Doksanlı yıllar, bizim; Seyyal Taner’in “Şarkım Sevgi Üstüne” adlı şarkısı ile Erovizyon şarkı yarışmasında sıfır puan çektiğini, Türk Milli Takımının İngiltere’ye sekiz sıfır, Macaristan’a altı sıfır yenilgilerini henüz hazmedemediğimiz eksi puanlarla başlayan yıllarımızdı. O yıllar bizim zor yıllarımız olsa da, milli takımın üç sıfırlık Lüksemburg galibiyeti ve rahmetli Naim Süleymanoğlu’nun Seul olimpiyatlarında aldığı altın madalya bizi teselli ediyordu.

 Her ne kadar genç kardeşlerimiz “Naftalin Kokulu Yıllar” diye adlandırsalar da, o yıllar bizim naftalin kokusunu unutmaya başladığımız yıllardı…

Mihmandar Kitap Kafe’nin sosyal medya hesabı canlı yayınında genç bir yazar adayının sohbeti ile karşılaşıyorum. Gözler ışıl ışıl, yüzünde mutluluğun derin izlerini taşıyan anlamlı bir tebessüm. Heyecan; tabiri caizse, dorukta…

Doksanlı yılları anlatıyordu. Belki o yıllar benim hayatımdaki anlamlı yıllar olduğundan olsa gerek sohbetini izlediğim genç kardeşim kadar ben de heyecanlanmıştım. Genç Yazar Ayşe Gezer, Sıfır Yayınları tarafından hazırlanmış olan bir kitabın tanıtımını yapıyordu. İçerisinde kendisi ile birlikte atmış beş yazar arkadaşı tarafından yazılmış öykü, deneme benzeri edebi çalışmalar bulunan kitabı anlatırken, çalışmaları anlatırken, kendilerine bu fırsatı tanıyan büyüklerini anlatırken seçtiği kelimeler ve yüz ifadeleri onun ne derece temiz ve berrak bir yüreğe sahip olduğunu gösteriyordu.

Doksanlı yıllarda onlar çocukluk çağlarını yaşarken ben ve çağdaşlarım gençlik yıllarımızı yaşayan insanlardık. Bir yandan genç yazar kardeşimi dinliyor, diğer yandan da dalıp gidiyordum o yüreğimde derin bir kıymık yarası gibi taşıdığım yıllara…

Üniversite yeni bitmiş hayatın bir köşesinden tutunma telaşına kapılmıştım. Benim için naftalin kokulu yıllar olan seksenli yılların ruhumda bıraktığı yorgunluk, hicran ve daha nicesi duyguların hepsinden bir çırpıda sıyrılıp daha o yılların ilk günlerinde öğretmen olarak Adıyaman’a atanmıştım. Çocukluk yıllarımı Kars’ta, gençlik yıllarımın bir kısmını ise Erzincan’da bırakıp bir kere daha gurbet ellerin yollarına düşmüştüm. Tatlıses sanki benim için bestelemişti ve söylemişti o türküyü. “Gideceğim bu ellerden, gayri duramam…”

Genç yazar kardeşimin heyecanı bana, bir daha kavuşamayacağımı bildiğim yıllarımı arkada bırakıpmeçhule doğru heyecanla attığım her adımı hatırlatıyordu. Her ne kadar o yıllarda bize bu imkânları sunan olmamış, elimizden tutan olmamışsa da ben yine de kendi çabalarımla ilk görev yerimde yazmış olduğum “Teşi” adlı öyküyü yazıp yerel bir gazetede yayınlayabilmiştim.

Akabinde yaşanan doksan iki Erzincan Depremi ve bir seyahat esnasında kaybettiğim ajandam “Gökmavi” benim yazarlık yolunun henüz başında yaşadığım en büyük talihsizlikler olacaktı. Birisi anılarımı toprak altında bırakacak, diğeri ise o güne kadar karaladıklarımı silip yok edecekti…

Genel Yayın Yönetmenliğini Gökhan Yıldırım’ın yapmış olduğu “Naftalin Kokulu Yıllar-

90’lar” adlı eseri çok önemsiyorum. Değerli ve anlamlı buluyorum. Eli kalem tutan, güzel düşünen ve güzel şeyler üreten kardeşlerimize yol gösterip destek oldukları için de kendilerini, emeği geçenleri tebrik ediyorum.

Beni, kurşun kalem ile kaset sardığımız yıllara götüren bu eseri çok kısa bir sürede okudum ve ziyadesiyle mutlu oldum. Sizin de en kısa zamanda bu eseri sosyal medya ve www.sifiryayinlari.com adlı site üzerinden temin edip okumanızı ve genç yazarlarımıza destek olmanızı öneriyorum…