Demokrasi ve hak arama kültürünün yerleşik olduğu toplumlar,  iktidarları denetleme ve daha iyiye teşvik etme yönünde irade ortaya koyarlar. Ancak adı hak arama diye konulan ancak, her STK’nın, her sendikanın siyasetle iç içe girdiği, ayrıştığı ve kendisine taban bulduğu yerde ekmeğin kavgası verilemez.

            Keşke kavga ekmek kavgası olsa!

            Sırça köşklerde oturan, boğazda içkisini yudumlayan, cazdan keyif alan, yediği önünde yemediği arkasında,ekranlardan ve köşelerinden kurşun gibi sözlerle sokağı adres gösterenlerin, kendi amaç ve hedefleri için,  toplumu figüran olarak kullanmak isteyen, bacak bacak üstüne atıp ahkâm kesen, ayaklarını omuzlarımıza atacak kadar cüretkâr olanların da asıl amacının, hak aramak olmadığı artık dağdaki çobanın bile anlayabildiği bir durumdur.

            Hiçbir sorumluluğu olmayanların her türlü olaya özgürlük şarkısı söyleyerek yaklaşmaları gayet kolay ve masrafsız bir siyaset tarzıdır ancak toplum böyle bir siyaset tarzına teveccüh göstermemektedir.

            Tüm dünya insanlığı için alarm zillerinin çaldığı, üçüncü dünya savaşının sanki an be an yaşandığı bir dünyada özgürlük sloganı ile ekonomik yönden güçsüz olan ülkelerin başına çöreklenip yer altı ve yerüstü kaynaklarının nasıl talan edildiğini, kültürlerinin yok edildiğini, hayatlarının söndürüldüğünü hep beraber görüyor ve izliyoruz.

            Özgürlüğü bizim dışımızdakilerin tanımlaması ile değil, kendi tanımımızla yapmaya ve hareket tarzımızı ona göre oluşturmaya çalıştığımız içindir ki akbabalar etrafımızda dairesel uçuşlar yaparak, şimdiye kadar tuzağa düşürdüğü ülkelere bir yenisini eklemek için canhıraş mücadele veriyorlar.

            İpsiz özgürlüğün özgürlük olmadığını, sokak çağrılarının dış mihraklı kaos pazarlayıcılarının planı olduğunun farkında olan bir toplum var artık.

            Hani oltanın kancasındaki yeme tüm bakışlarını odaklayan balık bir an için sevinir, hatta başkaları ortak olmasın diye yemi, kendisinden başka kimsenin olmadığı yere çeker çekmesine de, kanca ağzına çoktan saplanmıştır. İşte vahşi Batı’nın şimdiye kadar uyguladığı politika budur. Gözüne kestirdiği, zayıf gördüğü ülkelere önce yemi göstermiş, kanca ağza batınca da, çaresizlik girdabında sömürge olmayı şartsız kabul etmişlerdir.

            Teşbihte hata olmaz derler; Keçinin biri bir gün bağlı olduğu ipi koparınca sevinmeye başlamış artık özgürüm diye…

            Çılgınlar gibi zevkten sağa sola koşmaya, her zamanki yaşam alanından uzaklaşmaya başlamış. Derlerden tepelerden aşmış, azgın sulardan geçmiş, susuzluğunu gidermiş, çayır çimenlerin üzerinde yuvarlanmış, özgür olduğu için her ottan tatmayı da ihmal etmemiş.

            Tabi bu arada hava da iyiden iyiye karamaya başlayınca bizim keçiyi bir telaş ki almış, bir bakmış karşıdan iki göz parlıyor. Tamam demiş, sahibim beni buldu, yediği, içtiğim, gezdiği, tozduğum, zevkten dört köşe olduğum da yanıma kar kaldı demiş ki, sahibi zannettiği iki göz kurdun gözleri olmuş.

            Netice, Malum

            İşte, ambalajlanmış özgürlük ve barış dolu bir dünya denilerek servis edilen bu savaşın adı, insanlığı ihya değil, kendisinden küçükleri imha mücadelesidir.

            Bu savaşın en büyük silahları ne acı ki, iftira, şantaj, montaj, dublaj, iftira, akıl almaz cinayetler, siber saldırılardır.

            Biz, Türkiye olarak şu duruşu göstermek zorundayız. Farklı düşüncelerimiz, farklı eğilimlerimiz, farklı siyasi tercihlerimiz olsa da bizim ana kaynağımız ve referans noktamız aynı topraklar üzerinde, aynı bayrağın gölgesinde Türkiye’yiz. Tepkimizi de sevincimizi de birileri öyle istiyor diye ortaya koyacak değiliz iradesini her daim canlı tutmak zorundayız.