“Nûh’un Gemisinden Uygarlık Gemisine”

 İnsanlık gemisi, modern çağın, uygarlık (!) çağının akıl almaz tufanları karşısında su almaya başlamış, günah ve zulümlerin, haksızlıkların ağırlığıyla her gün biraz daha ağırlaşıp batmaya doğru sürüklenmektedir.

Artık bu günden, şu andan tezi yok, bir hicret başlatmalı… Günahlardan arınmanın, Rabbin rızâsına ulaşmanın hicretini başlatmalıyız bugün… Allâh ile mîsâkımızı, Rasûlü ile olan biâtımızı yenilemeliyiz…

Sürekli hicretin edebiyâtını yapan, muhâcirûnun hicretiyle övünen değil, kendisi hicreti gerçekleştirebilen ve ensâr olabilme yürekliliğini gösterenler olmaya söz vermeliyiz.

Rasûlullâh Efendimiz (s.a.v)’in hicreti o günün Müslümanları için nasıl bir “mîlât” olmuşsa, bizler de bugün, sâlih kul, sâdık kul, samimi kul olmak, muhâcir-ensâr kardeşliğini yeniden te’sis etmek günahlara karşı bir hicret hareketi başlatıp, mîlâdımızı yenilemeliyiz.

Miâdı dolmak üzere olan şu köhne dünyanın bataklığında yok olup gitmeden…

Ancak şu da var ki, yürek hicretini anlamayan, o yola koyulamayan beden, hicreti nasıl başarsın, Rasûl’ün hicretinden ne anlasın? Hicret sadece, Mekke’den Medine’ye yürümek miydi, yoksa -sebeplerden biri olarak- dinini yaşama imkân ve huzûrunu bulamayan Rasûl (s.a.v) ile beraber bir kaç sahâbînin, daha münbit bir ortamda Allah’ın dinini daha da yüceltip, uzaklara ulaştırmak mıydı?

Dün, Nûh (a.s)’ın gemisine binenler, kurtulmayı isteyenler ve bekleyenlerdi. Bu gün bizler Nûh (a.s)’ın gemisine değil, Siyonist ve emperyalist güçlerin “uygarlık (!)” gemisine binmişiz. Gemi karaya oturmuyor bir türlü… İnmek için bahanelerimiz çok ancak, yüreklerimizde heyecan ve gayret yok.

Dün gemiye binenler kurtuldu ancak, bugün bindiği uygarlık gemisinden inemeyenler toptan helâk olacak… Öyle bir gemi ki, “binmişiz bir alâmete, koşuyoruz kıyâmete” dedirten, içi ve dışı nefislerin bütün arzularıyla bezenmiş, süslenmiş… Bu gemi, rotasını tevhîde çevirmedikçe boğulmaktan kurtulamayacağız.

Geliniz; dilimiz, rengimiz, ırkımız, mezhep ve meşrebimiz ne olursa olsun, “dînimiz” bir olsun, onun çatısı altında tevhîd olalım. Her türlü zulme, husûmete, kötülüğe, adâvete karşı durup; adâlete, iyiliğe, insanlığa, merhamet ve muhabbete kucak açalım.

Şirki tevhîd ile, nifâkı vahdet ile, riyâyı samimiyetle, şiddeti şefkatle, şehveti iffetle, nefreti merhametle, zulmü adâletle, iflâsı infâk ile yok etmeyi kafaya koyup, yeryüzünü yeniden imâra koyulalım. Harâbe olan ne varsa, mâmûr etmeye hicret edelim.

Emperyalizmin, siyonizmin, materyalizmin, şeytânizmin… İnsanın huzurunu bozan ne kadar “izm” varsa hepsinin gemisinden inip, Muhammedî gemiye binelim.

Satılmış, siyonistsevici, emperyalizmin menfaatlerine hizmet eden kralların, tiranların, şeytanlıkta level atlayan zihniyetlerin; Beytullâh’ın yanında saraylarını habire yükseltirken, Mina’da şeytan nâmına binâ edilmiş bir sembol taşını taşlayıp durmanın ve bir ömür kandırılmış olarak yaşamanın Allah katında bir kıymet-i harbiyesi olmasa gerek..!

Belki de, hacca gidenlerimiz Mina’da şeytan taşlamayı bırakıp, Allâh’ın haremini (Harem-i Şerif) gölgede bırakan kralların devâsâ yükselmiş saraylarını taşlamalı…

“Ey iman edenler! Hep birden barışa girin. Sakın şeytanın peşinden gitmeyin. Çünkü o, apaçık düşmanınızdır.” (Bakârâ, 2/208) Rabbimizin şu muazzam mesajı dururken, kendisine İslâmdan başka yol/yordam/yöntem/çözüm/izm arayan insanlık…

Fakat kapitalist bir yaşam gerçekliği içerisinde, yönünü ve yüzünü kıbleden başka her yöne; kapitalizme, siyonizme, materyalizm ve komünizme, sosyalizm ve faşizme, şehvet, şöhret ve dünyevileşmeye dönen Müslümanlara ne emânet edilebilir ki?

Kudüs’ün izzetini, Mescîd-i Aksâ’nın şerefini bu ümmet koruyabilir mi ya da kurtarabilir mi? Veya bu ümmete Kudüs ihsân edilir mi, emânet edilir mi?

İlim ehli bu gün hâlâ; “işgâl altındaki Kudüs’e gitmek câiz midir, değil midir?” diye tartışıp dururken, Amerikan kovboyu neden dünyaya hediye (!) edecek yeni bir film çevirmesin?

Hamasi nutuklarla, pek edebî yazılarla, haddini aşan slogan ve söylemlerle, duygusal tazyik ve algı yönetimiyle bugün Kudüs’e bir katkı sunabilir miyiz? Biz kendimizi aldatmaya ve avutmaya devam ederken, emperyalist dünya oyunlarını oynamaya devam ediyor ve edecek…

Evet, Kudüs ümmetin aynasıdır ve bu aynada görünen “ümmet fotoğrafı” karanlıktır. İşgâlin büyüğü, Kudüs’te midir, yoksa parçalanmış yüreklerimizde, allak bullak olmuş mefkûremizde mi, o da ayrı bir hicrân ve hüsrân yarasıdır..!

Saldırma, yıldırma, öldürme planları hep; “insan insanın kurdudur” tezini doğrular nitelikte tezâhür etmiştir. Oysa hayatta yaşanan onca dehşet ve vahşet karşısında yangın yerine dönen yüreklerin ateşini söndürmek, öksüz ve yetimlerin yüzünü güldürmek, mahzun gönülleri şâd etmeye hicret etmek lâzım ve insanın “insan için muhâcir-ensâr olma” izzetini seçtiği gün, kurtulabileceğiz.

Yürekler yanmasın, ateşlere düşmeyelim diye uyarı yine rahmeti ve merhameti cümle âlemi kuşatmış olan Rabbimizden:

“Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a) sımsıkı sarılın; parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın! Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.” (Âl-i İmrân, 3/103)

Gönül “Yesrib” idi hicretten önce,

Medîne’ye döndü Sultân gelince!

Tenvîr oldu cihân nuru doğunca,

Cânân gönlümüzü cennet eyledi!

Allâh ile olan mîsâkımızı, Rasûlü ile olan biâtımızı yenilemeden ve hep birlikte hakîkî mânâda muhâcirler olmaya cehdetmeden, binerek kurtulduğumuz ve inmemek üzere (!) bindiğimiz dünya gemisinden inerek Muhammedî gemiye binmeden kurtuluş mümkün görünmüyor.

Allâh (c.c.) her hâlimizi hayırlarla tebdil eylesin. (Âmin.)

14.12.2017

Şeref İŞLEYEN