O ÖLDÜ MÜ, HER ŞEY ÖLÜR…

Maddi ve teknik imkânlar yönünden eskisinden daha güçlüyüz ama her geçen gün nezaketimizin, naifliğimizin ve sevgimizin anlamsızlaşması karşısında eriyen insanlığımız oluyor.

Maddenin ve eşyanın insana itibar kazandırdığı bir dünyada dürüst olmak, dürüst kalmak, ahmak olmakla eşdeğer hale geldi.

Ne acı!..

Yapılan araştırmalarda kafeslerdeki kuşların birinci ölüm nedeni; Stresmiş!

Bizdeki stresin nedeni de çok katlı beton binaların katlarında birbirimizden habersiz yaşadığımız sözüm ona “Modern Kafes Hayatı” oldu.

Modern hayat, en hassas terazi olan insan vicdanını elim hadiseler karşısında bile donuklaştırdı…

İçimizdeki bize seslenmemize hiç fırsat vermedi “Modern Hayat” İçimizde gezinen sevgi ve merhametin açığa çıkacağı an yeni yeni şeylerle tekrar bizi kendi egemenliğine aldı “Modern Hayat”

Emniyet ve selametin sığınılacak limanı olan ama uğrayanı demir atanı kalmamış SEVGİYE, seslenme zamanı artık. İnsanlık böyle bir dirilişe her zamankinden daha aç, daha çok muhtaç!

İnsan gerçekten ne ile yaşar sorusunun tek cevabı; Sevgiden başka ne olabilir ki? Bütün aşklarda sevgiden doğmuyor mu? Sevginin zıddını hangi vicdan kabullenir ki?

Sevgi denilen o efsunlu hazine her an içimizde ancak, madde ve eşyaya ram olup hapsettikçe onun yerini hep acılar alıyor.

Kâinatın her zerresinde doyma ve usanma bilmez, baş döndürücü senfoni ve ahenk bize bunları her gün ama her gün nağmeleri ile hareketleri ile ulaştırır iken biz neden bu kadar sevgisiz olabiliriz ki?

Hiç, birine olan sevgimizden dolayı, hislerimizin doruk noktaya ulaştığı anda, acaba daha ne yapsam etsem de o gönlü fethetsem dediğimiz oldu mu ? Olan vardır belki ancak toplumun ekserisinde sevgiye açık sinelerin kıtlığı, toplumun tüm sathında sevgi çiçeklerinin açmasına yetmiyor. Yapanlar yıkanlar kadar gayretli değil. Yıkan çok, yapan az.

Aslında sevgiye ve merhamete açık olmayan bir sinenin yaşadığın yaşamak denir mi? Sun-i , yapmacık, ruhun eşlik etmediği modern hayatın ona öğrettiği vücut hareketleri, samimiyetten uzak olarak söylenen sözler….

Aslında insan en fazla kendisini kandırmış olmuyor mu? İnsan, koca bir kâinatın cüz’ü olduğuna göre… Demek ki insanın içinde ciltlere sığmayacak bir kitap saklı…

Bu kitabı eğer doğru okumasını bilir isek, yaşamın manasını da biliyoruz demektir. Koflaşan, pörsüyen, çürümeye yüz tutmuş, adına sevgi denilen sun-i yaklaşımların, günümüzde ne kadar da soğuk kış mevsimini hatırlattığını söylesek yanlış söylemiş olmayız sanırım.

Modern Hayatın sözde gerçekleri bahane edilerek sevginin iç dünyalardan kovulduğu, çıkarları uğruna eğilenlerin eğilmekle kalmayıp eğil demeden yıkılanların, ölüm evini kurmakla meşgul olan sevgisizlerin ve merhametsizlerin, insan canına kıyanların varlığı kor olup düşüyor yüreğimize…

Keşke toplumun kahır ekserisi, sevgiyle donanmış merhamet yüklü sineler olsa da, kendilerindeki muhabbet ve sevgiyi muhataplarının sinelerine boşaltarak onları o kötü düşüncelerden arındırabilseler.

Zorlayalım kendimizi sevgiye, sevginin insan ruhunda hasıl ettiği tılsımlı gücü keşfetmeye… O zaman her şey başkalaşacak, her şey değerli olacak, insanlığın çehresi dünyaya daha bir başka bakacak.

Aşk ve Sevgi öldü mü? Sanırım buna ancak ölü vicdanlar evet diyebilir. Sevgi ile harmanlanarak ikram edilen bir bardak çayın bile nasıl yatağına sığmaz bir ırmağa dönüştüğüne en büyük şahit, atalarımız, dedelerimiz, ninelerimiz ve onlardan bizlere kalan miras…

Aşk ve Sevgi Öldü mü her şey ölür.

Velhasıl “Muhabbetten Muhammed oldu hasıl. Muhammed'siz muhabbetten ne hasıl?”