01.05.2015
Ömür Sermayesi

“Ömür sermayesi eriyen ümmete sen merhamet eyle ya Rab!”

             Ömür, doğum ile ölüm arasında geçen bir zaman dilimi olup, Cenâb-ı Hakk’ın insanoğluna bahşettiği en büyük bir nîmet ve paha biçilmez bir sermayedir. Bu ilâhî sermayeyi, bir saniyesini bile boşa geçirmeden rızây-ı bârîye uygun olarak değerlendirmeye çalışmak lazımdır. Zîra insan, dünyasını da, âhiretini de bu zaman zarfında kazanmaktadır.
Dinimizde zamanın, vaktin kıymeti büyüktür. Her ibadetin kendine ait bir vakti vardır. Hatta vakit, ibadetin şartıdır. Müslüman, içinde bulunduğu zamanı en uyanık bir şekilde, ibâdet ve taatle değerlendirmeli ve Allah’ dan gâfil olarak bir tek nefes dahi almamaya dikkat etmelidir.
Rabbimiz: “Nihayet onlardan birine ölüm gelip çatınca, ‘Rabbim! Beni geri gönder de, geride bıraktığım dünyada iyi işler yapayım’ der. Hayır! Onun söylediği bu söz boş laftan ibarettir. Önlerinde, yeniden diriltilecekleri güne kadar bir berzah vardır.” Buyurur.(Mü’minûn/99-100)
Hz. Peygamber (s.a.s): “İki nimet vardır ki insanların çoğu (onları değerlendirme hususunda) aldanmıştır: Sağlık ve boş zaman.” (Buhâri: Rikâk-1) diye mü’minleri uyarmış, iki büyük hakikate dikkatlerimizi çekmiştir.
Ömür sermayemizi takvimlerimizden her gün bir sahife yırtarak geride bırakıyoruz. Ama ne hikmettir ki geride bıraktığımız günlerin, ciddi manada oturup şöyle bir muhasebesini yapmak ve ne kazanıp neler kaybettik sorgusunu kendi iç dünyamızda yapmak aklımıza gelmiyor.
İnsan zaman zaman kendine sormalı değil mi:  Ömrümüzün geçen günlerinin hesabını yaparken, acaba kaç gün “bu gün Allah için ne yaptım?”sualine cevap aradı, kaç sabah secdelerle gününe bereketler kattı, caddelerde yığınla bir o yana bir bu yana koşuştururken çoğu zaman neyin peşinde koşturduğunun bilincinde ve şuurunda olmayan insanlar arasında yönünü kaybetmeden, vakarla Rabbine çevirebildi yüzünü? Yerde ve göklerde bulunan bütün varlıklar O’nu tesbih ederken kulluğun en ağır sorumluluğu omuzlarına yüklenen insan olarak sorumluluğunun farkında olabildi mi, Rabbine layık-ı veçhile itaat edebildi mi? O’nun emirlerini tutabildi mi? Yasaklarından korunabildi mi? Kazancını haramlara bulaşmadan helal yollardan sağlayabildi mi? Elini, dilini, belini, gözünü, gönlünü, kulağını, zihnini, haramlardan ve hayâsızlıklardan koruyabildi mi?
Rabbimiz, “Var mı dua eden, duasını kabul edeyim?” “Var mı tevbe eden, tevbesini kabul edeyim?” buyurduğu halde, O’na el açıp dua edebildi mi? O’ndan af isteyip günahları için tevbe edebildi mi? “Bir insana yakışan, zamanın şerefini, vaktin kıymetini bilmek, bir anını bile zâyî etmemektir.” der İbn’ül Cevzî…
Gece ve gündüzlerimizi, Cuma ve bayramlarımızı, Ramazan ve Kurbanlarımızı anlayabildik mi? Nice mübarek gün ve geceler, haftalar, aylar ve bilmem daha ne türden kutlamalar yaparken adına programlar tertip edip gösteriler yaptıklarımızı anarken, onları anlayabildik mi? Anne ve babalarımıza, eş ve çocuklarımıza, akraba ve komşularımıza karşı vazifelerimizi yerine getirebildik mi? Sofralarımızda fakirlere yer verip ekmeğimizi kardeşlerimizle paylaşabildik mi? Yetimlerin başını okşayıp Efendimize bir adım daha yaklaşabildik mi? Mazlumların gözyaşlarını silebildik mi, yaralarına merhem olabildik mi? Masumları hedef alan her türlü zulme karşı “dur” diyebildik mi? Hakkı anlatabildik mi? Hakikati duyurabildik mi? Hakkın, hakikatin, adaletin, fazilet ve erdemin yanında yer alabildik mi? Kur’an’ın yanında, Peygamberimizin tarafında durabildik mi? Örnek insan olabildik mi? Kısacası Din-i Mübin-i İslâm’ı hakkıyla yaşayarak Hz. Muhammed Mustafa’ya gerçekten ümmet olabildik mi?
İki günü birbirine denk olan zararda iken hangi günümüzü diğerinden bereketli kılabildik? Bu sene sevap hanemize hangi hayırları, hangi iyilikleri kaydedebildik? Acaba Rabbimizin huzuruna sevdiği, razı olduğu bir kul olarak varabilecek miyiz?
Ömrümüz bitiyor ya, gelecek nesiller için maalesef daha iyi bir dünya kuramadık. Dünyamızı barış ve esenlik yurduna dönüştüremedik. İnsanın şeref ve itibarını, haysiyet ve onurunu koruyamadık. Koruyamadığımız içindir ki hemen her yıl yüzbinlerce insan şiddet ve çatışma yüzünden hayatını kaybediyor. İslâm coğrafyasında kan ve gözyaşı hiç dinmek bilmiyor. İslâm diyarlarında zulüm, katliam, çatışma, açlık, yoksulluk, cehalet, tefrika hiç eksilmiyor. İslâm ülkelerinde kardeşin kardeşi öldürmesine, bebeklerin kimyasal silahlarla katledilmesine, küçücük bedenlerin kurşunlara hedef olmasına engel olamıyoruz satırlarla, baltalarla vücutlar doğranıyor ve kan oluk oluk akmaya devam ediyor. Ne çok acı var yeryüzünde ya Rabbi..? Ve bizler zalimlerin işledikleri cinayetleri ne yazık ki durduramıyoruz, durdurmak için ciddi çabalar sarf etmiyoruz.
Ne yaşadığımız yeryüzünü imar edebildik, ne imar edilmiş olarak bize emanet edilen değerlerimize sahip çıkabildik… Biz bize teslim edilen her güzelliği hoyratça harcamaya ve örselemeye devam ettik. Her türlü nimeti sınırsız bir şekilde tükettik. İsraf ve savurganlığa devam ettik. Etmeye de devam ediyoruz. İsraf ve tüketim lüksünü çılgınca kullanmaya da devam ediyoruz. Yetkili makamlar zaman zaman açıklamalar yapsalar da -80 gün, 120 gün, 180 gün suyumuz kaldı; çevre dengesi bozuldu, toprağımızı verimli kullanamıyoruz vs. gibi-açıklamalar bizi hiç alakadar etmiyor. Harcamaya devam ediyoruz. Yokluk ve kıtlıkla, susuzlukla sınanabilecek bu toplumun halini düşünmek bile acı veriyor. Allah (c.c.) böyle afetlerden ümmeti muhafaza buyursun!
Şairin dediği gibi insan, ancak “zaman bendedir ve mekân bana emanettir”şuurunu taşıdığında hayatı anlamlı hale gelebilecektir. Kaybedilen bir saniyeyi, dünyanın bütün hazineleri bile geri getiremez. İnsanın her nefes alışında bir hazîne heder olup gider. Her nefeste bilmelidir ki Allah hazır ve nâzırdır. Bütün zamanlarını bu dünya hayatına harcayıp, ibadete zaman ayıramayanlar, ebedî saadetlerini tehlikeye atmış olurlar. Zamanın seyri hiç kesilmeden devam ettiğine göre, kaybedilen bir anı yeniden kazanmaya imkân yoktur. Zaman her an, en iyi biçimde değerlendirilerek yaşanmalıdır.
Zamanlı hareket etmeyi alışkanlık hâline getirerek zamana tam hâkimiyet sağlanırsa, hem verimli ve hem de huzurlu bir hayat yaşanır. İnsan, prensip sâhibi olmalı, hayatını disiplin altına almalı, zamanını en verimli bir tarzda kullanmalı ve hayatının her ânından hesap vereceğini unutmamalıdır. Henüz fırsat varken, can teni terk etmeden, Rabbimiz emanetini almadan bize verilen ömür sermayesinin değerini bilelim.
Cenâb-ı Hakk, son ânımızı en güzel ânımız eylesin!
Şeref İŞLEYEN