Bu ne devrandır, bu ne hezeyandır. Şehirdeki bahçeler birer birer yok oluyor, meyveli ağaçlar sökülüyor, üzerindeki kuşlar sitem ederek uzak diyarlara gidiyor. Köyler şehirlerin mahalleri oluyor, bahçeli evler, bağlar, tarlaların yerine apartmanlar, TOKİ, binaları dikiliyor. Bu ev sahibi olma hırsımız nereye kadar. Adamın evi var, yeni bir TOKİ, inşaatı yapılıyor, bir ev sahibi daha olmak için için dört beş kişi adına para yatırıyor.

Bir yetki sahibi olsaydım bahçeleri küçülten, ağaçları yok eden bu 125 m2 den büyük evlere asla ruhsat vermezdim. Çünkü yeni büyük evlere yeni büyük eşyalar, borçlar ve oyalayan dünya metaları. Böyle sınırlamalar olsaydı insanlar tasarruflarını iş yerlerine, hisse senetlerine, hayır kurumlarına yöneltir, fakirleri arar bulur ve böyle banka faizleriyle de boğuşmazdık. Dünyayı doyuramaya çalışıyoruz, o da bir türlü doymak bilmiyor ki!

Bu nasıl bir dünya hırsı, keşke bu çok sevdiğimiz mülklerimiz bizi uzun seneler yaşatabilseydi. Günümüzde içimizi azgın bir şekilde ev sahibi olma hırsı kaplamış. Banka kredisi ile ev alanlar, ikinci üçüncü ev sahibi olmak isteyenler, daha büyük ve lüks ev sahibi olmak isteyenler. Keza lüks bir arabası varken yeniden borçlanarak daha lüksünü almaya çalışanlar. Başlangıcı ve harcaması sebil olan ödemesi sefil eden mübarek kredi kartlarımız.

Peygamber Efendimiz bir gün ashabıyla yolda giderken, karşıdan şişman bir adam gelmektedir. Yanına yaklaşır ve elini karnı üzerine koyarak şöyle der, ‘’Bu kadar çok bedenini ve karnını şişireceğine bir fakiri doyursaydın senin için daha hayırlı olmaz mıydı?’’ diyerek, sitem eder. Bu gün ev eşya araba alma hırslarımız yüzünden ve borçlarımız yüzünden ne zekâta, ne hayra ne de hacca gitmeye para yetiyor. 

Yoksa bizlere ebedilik tabusu verildiğinin haberimi geldi? Bir yandan rehavet getirenlerini ilave ediyoruz. Keşke onlara malik olduğumuz zamanki tapularımızı alırken sevindiğimiz kadar, ölürken de arkamızda bıraktığımız zamanda sevinebilseydik. Ne yazık ki, sahip olduğu evlerine sığmayanlar daha iyilerine kavuştukça daha çok aile huzursuzlukları de ortaya çıkıyor.

         Şehirlerimizde her türlü meyvelerin olduğu bahçeli tek katlı evlerimiz vardı, sadeliği bozulmayan köylerimiz vardı. İçerisinde hayat vardı neşe, huzur vardı, kuşların sesi vardı ve hava değişimi vardı. Bahçelerin duvarlarından dışarıya doğru sarkan meyveleri vardı, şimdi harisliğimiz yüzünden birer birer sökülüp yok oluyor. Üzerinde her sabah ötüşen dualarını okuyan şen kuşlar uzak diyarlara gidecekler. Şimdi o şen kuşlar gibi insanlarda köylerini terk ettiler.

Ve bir gün yeşilin serinliği muhabbetin derinliği kalmayacak ve artık insanların imecesi de kalmayacak.