Hatasıyla sevabıyla, kazananı kaybedeniyle yerel seçimler sona erdi. Kim kazandı derseniz, bize göre demokrasi kazandı, Türkiye kazandı.

Artık yeni belediye başkanlarımız, yeni muhtarlarımız belli oldu. Kendilerini tebrik ediyor, görevlerinde başarılar diliyoruz.

Tabi burada siyasi bir analiz yapacak değiliz. Bu bizim işimiz ve görevimiz değil.

Bugünkü yazımızda genel anlamda siyaset ve yansımalarına bir göz atacağız.

Bir ilahiyatçı olarak, İslam tarihinde siyasetin tarihçesi ve günümüzdeki serencamına bir bakış atacağız.

İslam tarihine baktığımız zaman, siyasi ve yönetimsel anlamda ilk hareketlenmenin Hz. Peygamberin vefatından sonra Beni Sa’ide yurdunda gerçekleştiğini görüyoruz.

Daha Peygamberin naşı bile ortadayken hilafet tartışmasının başladığını, bir anlamda hizipleşmelerin yaşandığını ve sonunda orta yol bulunarak Hz. Ebubekir’in halife seçildiğini anlıyoruz.

Yönetime geçme noktasında, sonraki halifeler döneminde de sürecin çok rahat geçmediğini, hatta ince hesaplar neticesinde Hz. Osman’ın şehit edildiğine tanık oluyoruz.

Hz. Ali döneminde ise, hilafete geçer geçmez kucağında bulduğu bu “katl” sorunu karşısında kendisinden apar topar hesap sormaya kalkan “Harici” bir kalkışmayı görüyoruz.

Bunun yanında anlayış farkı, görüş ayrılığı nedeniyle sahabenin karşı karşıya geldiği Cemel ve Sıffin Vak’aları…

Sonrasında Şam valisi Muaviye’nin meşru halifeye isyanı; Hz. Ali vefat edince onun yerine geçen Hz. Hasan’la anlaşmaları sonucunda hilafete geçmesi; Emevi Devletinin kuruluşu.

Ne var ki Muaviye’nin verdiği sözün aksine oğlu Yezid’i veliaht tayin etmesi, sonrasında gelişen olaylar ve hiç birimizin kabullenemeyeceği meşum Kerbela Hadisesi..

Bütün bunları şunun için hatırlatıyorum; Yönetmek ve insanları sevk ve idare etmek insanın doğasında olan bir gerçekliktir. Ancak bu dürtü, kontrol altında tutulmaz, adalet ve merhametle beslenmezse tarihte olduğu gibi felaketlere sebep olabilir.

İslam tarihine baktığımızda yönetim tarzı bakımından grupları üçe ayırabiliriz:

  1. Yönetim ve yöneticiliği vahye dayandıranlar. Yani insanları, Allah’ın yönettiğini kabul edenler. (Şii gruplar)
  2. Yönetim ve yöneticiliği halka bırakanlar. Yani insanları, insanların yönettiğini kabul edenler. (Harici grup)
  3. Yönetimde terkipçiliği benimseyenler. Yani karışıklar. (Ehl-i Sünnet anlayışı)

(Ahmet Akbulut, Sahabe Dönemi İktidar Kavgası, Otto Yayınları, s. 91)

Elbette bu kategoriler arasında asırlar boyunca değişik yönetim anlayışları ve sistemler denenmiştir.

Nice halifelikler, sultanlıklar, padişahlıklar saltanat sürdürmüş; devletler doğmuş, büyümüş ve günü geldiğinde yıkılmışlardır.

Bizim açımızdan bakıldığında ise, altı asırlık bir Osmanlı Devleti tecrübesinden sonra kurulan, laik ve seküler eğilimli Cumhuriyet rejimini görüyoruz.

Beğenirsiniz beğenmezsiniz ama netice itibariyle koskoca bir çınarın küllerinden doğarak, onun bakiyesi üzerine kurulan yepyeni bir rejim.

Sonuçta, zaman zaman sıkıntılar ve kesintiler olsa da yönetime damgasını vuran bir halk iradesinden bahsediyoruz.

Bugün de böyle bir tabloyla karşı karşıyayız ve bugünlere kolay gelmedik. Demokratik bir olgunluk içinde insanlar hür iradeleriyle sandığa gittiler ve yöneticilerini seçtiler.

Birçok İslam ülkesinin hala krallıkla yönetildiği ve bazı ülkelerin ise cunta yönetimlerce sevk ve idare edildiğini görünce ne büyük nimete sahip olduğumuz aşikârdır.

Bu güzel nimetin kadrini bilerek layık olanı tercih etmek ve yönetime getirmek en doğal hakkımız.