Ülkemiz üzerinde oynanan oyunlara alet olan, gün geçtikçe sayıları artan, insanlığı ve milli servetleri yok etmeye çalışan sinsi faaliyetler. Bir taraftan sağ gösterip sol vuranlar bir taraftan korkusuzca göğsünü siper edenler. Bir tarafta ihanet bir tarafta şahadet, size hangisi lazımsa o tarafa yöneliniz. Başkalarının değil kendi asil güdümünüzle hareket ediniz.

Bir ülkenin ticaret ahlakı, maneviyatı, vatan aşkı bozulmuşsa, en ağır cezaları verseniz dahi asla suç oranlarını aşağıya çekemezsiniz. Zeminleri ıslah etmezseniz ya ayağınız kayar düşersiniz ya da batağa batarsınız. Toplu musibetler de toplu dirilişleri ortaya çıkarır.

Bir gün evveline kadar saltanatları, makamları, makam arabaları, gazinoları, lojmanları vardı, etraflarında hizmetkârları, korumaları, hâkimiyetleri vardı ve itibarlı eşleri çocukları vardı. Keza bir gün evveline kadar yüksek maaşları, şatafatlı makam elbiseleri vardı. Bu makamlara kavuşmak için yıllarca okudular, eğitim aldılar imtihan olundular gençliklerini verdiler. Ama kimse bilmiyordu, ajan olduklarını, bunların niyetleri başkaymış ve ihanetmiş.

Ve o gece; Gökler gümbürdüyor, yürekler parçalanıyordu. Gecenin sakin ve ıssız karanlığını parçalayan, savaş uçakları, tank ve silah sesleri, insanların acı çığlıklarına karışmış bir anda mahşer yerine döndürmüştü etrafı. O gece Ankara’daydım, savaş mı çıkmıştı yoksa ihtilal mı oluyordu. İlikleri titreten uçak ve tank sesleri, karşıdaki Emniyet Müdürlüğü büyük bir patlamayla yanıyordu. Ay yıldızlı bayrağı semaya yükselen meclisimiz bombalanıyordu ve Türkiye’yi yakıyorlardı. Çığlık sesleri merhametli yürekleri çıldırtıyordu. O meşum, o şedit, o merhametsiz ve kandırılmış ajanlar kendilerine verilen bunca nimetleri az bularak namlularını şuursuzca insanların üzerlerine çevirmişlerdi. Kendi ülkelerini, kendi insanlarını yok etmeyi göze alacak kadar alçalan ve yükseleceklerini zannederek katliamlarını meşrulaştırıp darbe yaptılar. Kendi savaş uçaklarımızı, helikopterlerimizi, tanklarımızı üzerimize sürdüler, suçsuz insanları çiğnediler, dağladılar. Ülkesine karşı ve şuursuzca sinsi ideolojilerini dış mihraklarla birleştirip haçlı ordularına hizmet ettiklerini acaba hiç düşünmediler mi?

Düşünemedikleri bir şey daha vardı, Türk bayrağı altında yaşayan topyekûn insanların yüreklerindeki gizli vatan ve iman güçlerini, cesaretlerini bükülmez bileklerini, üstün zekâsını hiç düşünemediler. Onların sinsi planlarını, üstün silah güçlerini, makamlarını, itibarlarını ve galiz emir seslerini, milletin yenilmez vatan ve iman güçleriyle paramparça etti.

Ve bir gün sonrası, milletin vatan aşkıyla hüsrana uğrayarak, çözüldüler, elleri arkadan kelepçeledi, bozguna uğradılar. Şimdi rütbeleri söküldü, ihtişamlı makamları ellerinden alındı, hatta belden yukarı çıplak kaldılar. O koca yaşlı komutanları yerde yüzükoyun görmek, elleri arkadan bağlı, başları öne eğik, vatan haini ilan edilmeleri ne kadar acı, rezil oldular bütün dünyaya, eşlerine ve çocuklarına. Şimdi etraftan sesler yükseliyor,‘’Vatan hainlerini idam ediniz, onların cenaze namazlarını hocalarımız kıldırmasın bizim toprağımıza getirmeyin.’’ Şimdi, belki de kahreden zehirli bir pişmanlık sarmış sinelerini. Bu fani dünya için bu kadar rezilliğe hiç değermiydi. Bu dünyanın bir de ahreti var.

Bir darbeci general şöyle sesleniyor.’’Müebbet veya idam edileceğim, eşime söyleyin boşanma davası açsın, çocuklarım soyadlarını değiştirsinler.’’ Bundan daha büyük bir zillet olabilir mi? Beyaz bir zemindeki yağlı karayı ne kadar silerseniz siliniz yine yerinde izi kalır.

Şimdi utanarak, korkarak bakıyorlar etraflarına, en ağır cezaları alacaklar, bu güne kadar elde ettikleri bütün kazanımları heba olacak, maaşları, ikramiyeleri kesilecek. Eşlerinin ve çocuklarının ne suçları vardı, onları da yaktılar, rezil ettiler, artık onlarda kimsenin yüzüne bakamayacaklar, belki de sicillerini de etkileyecek. Kahreden vebal bu olsa gerek.

Şehit olan 246 kişinin ve halen tedavi gören iki bini aşkın yaralının ne günahı vardı. Rezillikle vezir olanlar, yine bir gün rezil olurlar.