Her insanın bir çıkmaz sokağı vardır.
Kiminin sokağının adı âşk, kiminin sokağının adı ayrılıktır;
Kiminin yalnızlık, kiminin ise pişmanlıktır.
Kuşkusuz bu dünyalı olmanın gereğidir ancak insan bir kere düşünce bu sokaklardan birine, çıkışının ne zor olduğunu anlamak için çok zaman geçirmesine gerek yoktur.
Uykusuz gecelerle tanışacak,
Sofradan aç susuz kalkacak,
Boğazına kelimeler düğümlenecek ve beyninde saniyeler içinde yaşanmış,
Yaşanılması düşünülen onlarca hayal-hakikat zikzak çizecek,
Kim bilir belki de yazmak isteyecek yazamayacak ve günler sadece geçecek…
İşte insanı tarifsiz acılar ya da karanlıklar içine düşüren çıkmaz sokaklardan sadece birinden bahsetmek istiyorum bu yazımda.

Bahsetmek istediğim sokağın adı: Âşk!
Gelin hep birlikte çıkalım âşkın yolculuğuna
Ve bakalım neler kazandırıp neler kaybettiriyor meftununa.

İnsanı bulunduğu dünyadan alıp başka bir dünyaya taşıyan, üç harften teşekkül edilmiş tek kelimelik bir gizem olan âşka sonsuz tarif biçilebilir. Ancak aslına bakacak olursak âşkın manasını kavramakta faydalı olur kanaatindeyim. Çeşitli sözlüklerde verilen tarife göre âşk: “Farsça bir kelime olan âşeka’dan türetilmiş bir kelimedir. Âşeka ise sarmaşık manasına gelir. Nasıl ki sarmaşık, çepeçevre sardığı ağacın suyunu emerse, onu soldurup zayıflatırsa ve hatta bazen kurutursa, âşk derecesindeki sevgi de sevenin başkasına ilgi duymamasına ve onu sarartıp soldurmasına sebep olur.” İşte belki de bu yüzden âşeka’dan âşk türemiştir. Bu sözlük manasında yazılıp çizilen tariflerden sadece biri oysa yaşayan her insana göre farklı bir anlam, farklı bir mana kazanır.

İnsanın dünya yolculuğu başladığından beri var olan bir hakikattir âşk. Hemde ihtirasların ve sonsuz arzuların gölgesinde başlayıp, sadece  tenin ve şekil güzelliğinin aldatıcılığına takılıp kalmış olan Kabillerin ellerinde kana bulanmasıyla da farklı bir libasa bürünmüştür. Uğruna onu katilliğe sürükleyen bir gizem, bir muamma ve bizim şimdiki tarifimiz ile âşktır.

Âşk, sonsuz bir uçurumun kenarından sürüklenip giden mecnunların, Ferhatların, Emrahların ve daha nice onlar gibi olanların adıdır… İnsanı o kadar farklı boyutlarda gezdirir ki bazen kim olduğunu unutturur, insana kendini kaybettirir.

Peki bu âşk sadece karanlık mı ?
Hayır, efendim âşk sadece karanlık değil, o aydınlıklara da yelken açtıran bir ufuktur lakin yalnızca âşkın hakkını verenler ve âşkı hak edenler bunu başarabilendir. Mesela  ne mesafe, ne zaman hiçbir şekilde engel değildir gönülden isteyip onu gönülden yaşayana. O yaşadıkça gönülde, nefes aldığını hisseder insan, var olma gayreti gösterir, mücadele eder, bekler, ister duasıyla, ömür verir, özler en hasıyla.
Beni en etkileyen tariflerden biri ise ilmine, irfanına hayran olduğum, yirminci asrın büyük dehası olarak nitelendirdiğim bir tefekkür abidesinin tarifidir. Ben o tarifi de sizinle paylaştıktan sonra payınıza düşeni almanızı temenni ederim.
Şöyle ifade ediyor Mektubat adlı eserinde:
“Âşk şiddetli bir muhabbettir. Fani mahbuplara müteveccih olduğu vakit, ya o âşk kendi sahibini daimi bir azap ve elem içinde bırakır veyahut o mecazi mahbup, o şiddetli muhabbetin fiyatına değmediği için, baki mahbubu arattırır; âşk-ı mecazi, âşk-ı hakikiye inkılap eder.”
 
Ve âcizane benim de kendime ait tek satırlık âşk tarifim var:
 
                                                                            “Sevgi, ‘nefis’ten dûr olup ‘nefes’e vasıl olmanın yoluysa,
Âşk, her ân Sonsuz Huzurun Esma’sını yâda talip olmaktır…”