SEN KALBİME BAK!

Sorumluktan kaçan kişilerin dillerine pelesenk ettikleri cümlelere dikkat edildiğinde hepsi sofistik bir delil ve aldatma üzerine kurulu. Yani muhataplarını aldattığını zannederken kendilerini aldatma ve kandırma…

Zira kendilerini bu safsatalarla anlattıkları gibi, doğal olarak davet ettikleri davetçilerini de aldanmaya ve aldatmaya ortak etmeye çalışmaktadırlar.

Bugün toplumda yaygın olan olmak değil, görünmenin gücü ile bir yerlere gelebilme. Sosyal medyadaki paylaşımlara baktığınız da yaşamadığını savunan, yazan çizenlerin her bir ferdinin, bırakın Türkiye’nin Fatih’i olmayı, Dünyanın Fatihi olmaması içten bile değil. Ama gelin görün ki reel hayatta yaşanılanlar ve gördüklerimizin kahır ekseriyeti iddia edilenlerin ve savunulan değerlerin tam tersi.

Aslında insan kendi aldatmacalarının ve yalanlarının farkında… Zaten bu fiili bilerek ve uyanık olarak yaparken, ret ve inkârlarını da muhataplarının anlamayacağı şekilde perdeleyerek bir takım hokkabazlıklara soyunarak yapmaktadırlar.

Böyle bozuk ruhların safsatalarını yıkmak, ancak kalp ve kafa bütünlüğüne sahip inancını kat’i kanaat haline getirmiş insanların hükümferma olması ile mümkün olur.

Böylesine, sosyal medyada ve toplumun içinde kendisine menfaat pazarı arayan tiplerin maskelerini yırtmak ve gerçek çehrelerini açığa çıkarmak gerekir.

İşte asıl üzücü olan bu tiplere itibar edilmesidir. Ben de bu Ülkeye hizmet etmek istiyorum safsatasını da bilinçli olarak kullanan bu tiplerin bilgisizliği de yadsınamayacak düzeydedir… Ülkemizin sıkıntısı bu itibarsızlara itibar edilmesi sıkıntısıdır.

Sınırlarını bilmeyen, yapmadığını ve yaşamadığını teknolojinin gücünden faydalanarak yapıyormuş ve yaşıyormuş gibi gösterip pazarlayan, Allaha kul olmanın ve dahası ülkeye hizmet etmenin mahiyetini kavrayamamış, söz ile mananın birlikte yürütülmesindeki hikmetten habersiz, oturduğu yerden dünyaya nizam vermeye çalışan, maddi beklentisi ön planda, empati yetenekleri sıfır, devamlı içlerinde ben davulu öten, bürokratların ve siyasilerin fotoğraf karesine girdiğinde sevinç histerisine tutulanların varlığı maalesef ki, toplumumuzun kahır ekseriyetinde kabul görmektedir.

Küçük bir menfaat belirtisi görüversin yeter ki, en cahili kesilir en bildiğinin… Sonra varlığı ile dönüp arş-ı A’la ya kızışmış maymunlar gibi öyle hokkabazlıklar, öyle yalakalıklar, öyle maskeli suretler kendisine ihdas eder ki, hüzne boğar Melekleri.

Maazallah böyle düşüncelerin toplumda hükümferma olması her şeyi herc-ü merc eder ki, insan zaman zaman zenginliği, malı, itibarı taşıyamamak yüzünden “ne oldum” deliliğine nasıl tutuluyor ise, medeniyetlerde eriştikleri kudretin zirvesinde kendi cazibelerine hayran olup meczuplaşabilirler.

Evet, kalb-i ruhani insanı insan yapan yan. Ruhuna ve davranışlarına yansıyan AYNA…

Kalb-i cismani, fiziki varlığın meskeni ve merkezi.

Kirli kanı temizleyip vücuda dağıtan, hayatın idamesindeki en hassas uzuv…

Hastalanması değil, hastalanma ihtimali bile büyük endişelere insanı sevk eden organ.

Hani yaşamadan zahmet çekmeden, kalbi ile kafası arasındaki izdivacı tesis edememiş asıl gayesinin ne olduğundan uzak insanların dillerine pelesenk ettikleri sözüm ona fenomen olan “benim kalbim temiz “cümlesi. Ah Ah! Hem de ne Ah!

Zira hiçbir beşeri kanunda kişi, savunduğu kalp temizliği cezadan kurtulamazken, nasıl olur da kalbinin temiz olduğu iddiası ile uhrevi cezadan azat olabilir ki?

Kalbime bak sözü ile ahlakının güzel olduğundan dem vuran zavallı… Bu manada güzel bir kalp taşıdığını söylüyor isen bu müzelik bir Ahlak, müzelik bir kalp midir ki,hiç, dalı,yaprağı,çiçeği,meyvesi dahası, dışa yansıması yok.Adeta batan gemi gibi,göğüs kafesinde yatmakta…

Şayet öyle kabul edilecekse, kalbinin temizliğini haykıran insanların yerine sadece ruhların dolaşması gerekmez miydi?

Kişinin kalbinin temizliğine yaşadığı hayat, hal ve davranışları, hüsn-ü ahlakı, söz ve fiileri, şahitlik eder, hem dünyevi hem uhrevi cezalardan korur.

Hülasa, Öze inmenin yolu, biçimi öze yaklaştırmaktan geçiyor…