Özgürlük- Demokrasi İlişkisi:  Özgürlük, bireylerin kendisi kendi olarak ve iradî anlamda, yaşadığı alan içinde var olma arzu ve isteğinin içselleştirilmişliği, bunun zihinsel ve davranışsal olarak dışa vurumudur. Ancak, toplum ve yer yüzü gerçekliğinin bilincinde hareket eden her birey, özgürlüğün soytarılık anlamına gelmediğini, imkân alanlarını en insani ölçütlerle kullanılması gerektiğini bilir.

Kamusal alanda özgürlük, yasaların izin verdiği şeyleri yapabilmek ve yasakladığı şeyleri de yapmamaktır. Eğer bir kimse yasaların yasakladığı bir şeyi yapabilirse, yönetici irade bunun özgürlük olmadığını, çünkü herkesin aynı şekilde hareket etmesi hâlinde kaos çıkacağını vurgular. Buna göre özgürlük; ancak yasallığın izin verdiği şeyleri yapmak, izin verilmeyen şeyleri yapmamak, meşru olan alanlarda ise düşünce ve pratik olarak güven içinde hareket edebilmek anlamına gelmektedir.

Özgürlük kişinin kendini güven içinde hissetmesi olduğuna göre, özgürlük ortamı da hiç kimsenin diğerinden korkmadığı bir ortamda yaşamasıdır.
 
Demokrasi halkın hem yöneten, hem de yönetilen durumunda olduğu bir yönetim biçimidir. Oyu ile iradesini açıklayan halk yönetendir, egemen kişinin iradesi egemen gücün kendisidir. Oy hakkını belirleyen yasalar ise bu yönetim biçiminin temel yasaları olacaktır.
 
Büyük Sorunlar-Büyük Düşünmenin Zorunluluğu ve Hızlı Radikal Çözüm Arayışları: 21.Yüzyıl’ın başında dünya halkları daha da yakınlaşmaktadırlar. Uydu televizyonları, internet, ulus-lar arası uçuşlar ve nükleer teknik, biyoloji ve kimya alanlarındaki gelişmeler, bütün insanlığı ortak kaderin birbirine bağladığı deneyimini şimdiye kadar olmamış bir boyutta ortaya çıkarmaktadır. Karşılıklı bağımlılıklar artmıştır. Bir ülkede meydana gelen çevre kirliliği, komşu ülkelerde de aynı zararı vermektedir. Ulusal iktisatlar birbirleri ile bütünleşmekte ve yeni buluşlar üretim güçlerinin hızlı artışına neden olmaktadır. Son yirmi içerisinde dünya gayri safî hasılası ikiye katlanmış ve dünya ticareti üç kat artmıştır. Enerji tüketimi nefes kesici bir hızla büyümektedir. Buna rağmen; -Gelişmiş ülkeler sürekli büyüyen bir zenginliği biriktirirken, her gün yüz binlerce insan yeterli gıda bulamamanın sancısını çekmektedir. Dünya Beslenme Örgütü FAO’nun verilerine göre on iki milyar insanı doyuracak gıda maddesi olmasına rağmen, binlerce çocuk açlıktan ölmektedir.

Dünya ittifak sistemleri yeterli güç ve donanıma sahip “büyük güç” niteliğine haiz devletlerin hasisliği ve lokal çıkarları nedeniyle Suriye, Irak, Afganistan, Doğu Türkistan, Filistin ve terör bölgelerinde mümkün çözümler için gerekli adımlar atılmamaktadırlar. Afganistan’dan Mısır’a, Libya’dan Suriye’ye, Doğu Türkistan’dan Filistin’e değin pek çok coğrafya toplumsal sorunlarla, yönetimlerin baskısıyla ve gayri insani şartlar içinde kıvranırken, “özgürlük ve demokrasi” ideallerinin boş bir söylemmiş gibi anlamsızlaştığı, bunun yerine egemen güçlerin kendi gelecek kaygılarının esas olduğu görülmektedir. -Egemenlik ve etki alanları üzerine yürütülen mücadelede özellikle ABD, insan hakları ve Cenevre Konvansiyonu’nu ayaklar altına almaktadır. Kendi çıkarları için Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa da aynı çıkarcı saiklerle uluslar arası hukuku bir yana itmekte ve saldırı savaşlarının her türünü yasaklayan normları tanımamakta, mazlum halkların öldürülmeleri umursanmamaktadır.

Dünyanın çeşitli bölgelerindeki yoksulluk ve siyasal boşluklar terörist mahfillerin yuvalanmasına neden olmakta, bunların fiiliyatları egemen güçlere uzanınca harekete geçilmektedir. Ancak köklü çözümler yerine, sadece kendilerini güvende tutacakları bir ölçüyü aşmayan paryatif bazı adımlar atmaktadırlar. Nitekim ABD ve bazı müttefiklerinin DEAŞ denilen fitne ve şiddet hareketi karşısındaki tutumları bunun göstergesidir.

Bütün bu sorunlar, yeni toplumsal hareketleri var etmekte ve yeni tepkilere neden olmaktadır.Bu tepkiler;
1.Endüstriyel büyümenin ve teknolojik gelişmenin yarattığı yeni sorunlara tepki,
2.Doğa ve kültürel mirasların yok edilmesi uğruna yapılan kentleşme ve kalitesiz kitlelerin hukuk tanımazlığına ve fütursuzca dünyayı kemirmelerine karşı duyulan tepki, 3 Eski siyasi argümanlara dayalı statükocu hareketlere, yanıltıcı ve insaniliği yok eden postmateryalist- seküler çıkışlara tepki,
3.Birleşmiş Milletler’in vesayetçi yapısına tepki,
4.Kültürel-siyasal bir pafta olarak Batı’nın iki yüzlülüğüne tepki,
5.Sivil ya da militarist bürokratik oligarşiye olan tepki,
6.Küresel dünya düzleminde “hız”ın önem kazanmasına karşın, eski siyasal yapıların hantallığına tepki,
7.Zaafları nedeniyle ülkelerin bazılarını siyasi parti çöplüğü konumunda olan parlamenter sisteme karşı duyulan tepki,
8. Vasıfsız olmakla birlikte, ihtiraslı fakat istidatsız, ekonomik çıkarlar peşinde koşan bazı kişilerin parti sığıntısı içinde halk ve lider/dalkavukluğu yoluyla seçilme şansına sahip olma çabalarına karşı duyulan tepki
9.Din ve sair kutsalları istismar ederek var olmaya çalışan, kendi icat ettikleri gayeler uğruna her yolu mübah görecek kadar onursuzlaşan, kendi içlerinde fedakâr, dışarıya karşı hasis iki yüzlü ahlaksız, sinsi ve ihanetten çekinmeyen örgütsel yapılara karşı tepki vs.

Bu temel sorunlar ve tepkiler ülkemizin insanlarını çok daha özel ve özgün yanlarıyla yakından ilgilendirmektedir. Mevcut “parlamenter sistem” ile bunun revizyonu ya da tümüyle değiştirilip yerine ikame ettirilmesi arzu edilen “başkanlık sistemi” de bu temel sorunların ve bunlar üzerine tartışmaların odağındadır.