“Kestiğiniz kurbanların ne etleri ne de kanları asla Allah'a ulaşacak değildir; fakat sizin takvanız O'na ulaşır. Onları size bu şekilde boyun eğdirdi ki, sizi hidayete erdirdiği için Allah'ı yücelterek anasınız. (Habibim) güzel düşünüp güzel davrananlara müjde ver!” (Hacc-37)
 
İslamiyet, Allah Teâlâ’ya ve O’ndan gelene, tam bir teslimiyet göstermektir. Görüleni ve görülemeyeni, dünü, bugünü ve yarını ve hatta her şeyi en iyi şekilde bilen Rabbu’l-âlemîne tam bir şekilde tevekkül etmektir. Îmân, böyle bir güvenin kalbe tam oturması ve bu gerçeğin dil ile ifade edilmesidir. Evet, İslamiyet imandan kaynaklanan teslimiyet ve itminan (güven) duygusu ile hakka rücu ve hayatı ilâhî ölçüler içerisinde yaşamaktır. İşte dünya ve âhirette kişiyi kurtuluşa götüren kulluk ifadesi, böyle bir teslimiyet temelleri üzerinde yükselen bir şahsiyet duruşudur.
Kur’ân-ı Kerîm’in birçok âyetinde bu ezelî hakikat, sık sık vurgulanır. Meselâ, Yahudiler, kurtuluşun Yahudi olmakla, Hristiyanlar da Hristiyan olmakla mümkün olacağını iddia etmeleri üzerine şöyle bir âyet nâzil olur: “(Ehl-i kitap); Yahudiler yahut Hristiyanlar hariç hiç kimse cennete giremeyecek, dediler. Bu onların kuruntusudur. Sen de onlara: Eğer sahiden doğru söylüyorsanız delilinizi getirin, de. Bilâkis, kim bütün benliğini Allah’a tam teslim eder ve bir de ihsan duygusu içinde daima iyilikler ve güzellikler sergilerse,  işte ancak böyle davranan kimselerin ecri Rableri katındadır. Artık öyleleri için korkulacak bir durum söz konusu değildir. Onlar üzülmeyeceklerdir de.” (Bakara Sûresi / 111-112)
 Hak ve hakikatlere teslimiyetin en sağlam ve en emin bir yol olduğu gerçeği de, hemen aynı ifadelerle, cihanşümul bir mesaj olarak bir başka âyet-i kerimede şöyle ilan edilir:  “Kim bütün benliğini Allah’a tam teslim eder ve bir de ihsan duygusu içinde daima iyilikler ve güzellikler sergilerse, şüphesiz en sağlam kulpa tutunmuş olur. Zaten bütün işlerin sonu ancak Allah’a varıp dayanır.”(Lokman Sûresi, 22)
 Teslîmiyet, Allah tarafından haber verilen konulara ilişkin şüphelerden, emirlere ters düşen nefsânî arzulardan, ihlâsla bağdaşmayan isteklerden, ilâhî takdîre ve hükümlere itiraz illetinden kurtulmak demektir. Zira teslîmiyet, çekişme ve didişmenin zıddıdır. Kur’an-ı Kerim’de teslîmiyet kavramı, umumiyetle, kişinin kendisini bilerek ve içtenlikle Allah’ın irâdesine teslim etmesi anlamında kullanılmıştır. Buradan hareketle denilebilir ki Müslüman, Hakk’a ve O’ndan gelene tam teslim olan kimsedir. Hakk’a teslim olmak ise mâsivâ esaretinden kurtulmaktır. Kur’an’da tavsif edilen gerçek kulluk da bu olmalıdır.
Teslimiyet, razı olunan bir kulluk kalitesi olarak, bütün peygamberlerin dualarında Allah’tan talep ettiği bir kalp ve hayat kıvamı olagelmiştir. Kur’ân-ı Kerim’de bu anlamda en çok nazara verilen peygamberler, Hz. İbrâhim ve oğlu İsmâil (aleyhimesselâm)’dır. Onlar bir taraftan Kâbe’nin temellerini yükseltirken, diğer taraftan da Rablerine şöyle dua ediyorlardı: “Rabbimiz! Bizi sana teslim olmuş Müslüman kimseler kıl. Soyumuzdan da sana teslim olmuş bir ümmet getir.”(Bakara Sûresi.128) Hz. İbrahim ve İsmail -aleyhimesselâm-’ın hayatlarının her safhasında bu teslimiyet kalitesini ortaya koyan bir örneklik gösterdikleri de Kur’ân-ı Kerim’de muhtelif vesilelerle sürekli hatırlatılır ve mü’min kimliklere bu tablo, en güzel örneklik teşkil edecek açıklıkla anlatılır.
 Diyebiliriz ki hac ve kurban, bu yönüyle îman ve İslamla şereflenmiş müminler için teslimiyet tahsili adına hususi bir mektep gibidir. Şöyle ki: Haccın şartlarına, rükünlerine ve uygulanışına bu gözle baktığımızda tam bir teslimiyet talimine şahit oluruz. Meselâ Arafat dağında bir müddet durmak (vakfe), zâhiren hikmetini kolay kavrayamayacağımız bir emr-i ilâhîdir. Niye durur ki insanlar orada? Salt aklın gözüyle tarif edilebilir mi bu durum… Öyle ki bu duruş gerçekleşmeden hac ibadeti kabul edilmemektedir. Yine görünürde dört duvardan oluşan “Beytullâh”ın etrafında dönmek (tavaf etmek), böyle bir şeydir. Safa ve Merve adı verilen iki tepecik arasında gidip gelmek (sa’y) böyle bir şeydir. Şeytan taşlama görevini îfâ için belirlenen üç işaretli taşa küçük taşlar atmak, yine böyle bir şeydir. Evet, bütün bu ameliyelere, değişik hikmetler yüklesek bile, en büyük sonuçlarından birinin kullara teslimiyet aşılamak olduğunu söyleyebiliriz. “Şurada dur”, “şurada yürü”, “şurada istirahat et”, “şurada dön” ve “şurayı da taşla” emirlerine tam bir teslimiyet gösteren kulda, Hakk’ın hemen her emrine -hikmetini kavrayamasa bile- teslim olmak gerektiği şuuru yüklenir. İşte kulluk da böyle bir şeydir. Kendi aklına ve idrâkine teslimiyet değil, Hakk’a ve O’ndan gelene tam teslim olmaktır.
 Hülâsâ diyebiliriz ki; “Allah’a teslimiyet, tüm teslimiyetlerin, inanışların, akledişlerin ve ortaya konulabilecek her türlü harikuladeliklerin fevkinde bir makam, bir duruş ve bir kurtuluştur.”
Hakk’ın emirlerinin hikmetini çözmeye çalışma adına tefekkür etmek, elbette büyük bir ibâdettir. Hac da bu yönüyle engin tefekkürlerin yaşanabileceği çok derin bir tefekkür ibâdetidir. Ancak söz konusu olan kulluk kalitesi ise, işte burada kulluğun en bariz vasfı ve en yüksek kıvamı, neden ve niçin sorularını sormadan, şüphe, tereddüt, tembellik, gaflet ve ihmâle düşmeden, emr-i ilâhîye -sadece O emretti ve istedi diye- teslim olmaktan ibarettir. İşte hac ibadeti, kullara bu idrâk ve şuuru fiilî olarak öğreten çok önemli bir terbiyedir.
 Hac ibadetinin hemen her safhasında, İbrahim (a.s)’ın ve ailesinin değişik vesilelerle hatırlatılması da, Hakk’a tam teslim olmuş bir aile modelini nazara vererek, Allah’a teslim olmuş bir ümmet inşası için olsa gerektir. Onlar öyle bir ailedir ki, babasıyla, annesiyle ve evladıyla, mal ve canda Hakk’a adanmışlığın en güzel örnekliğini sergileyebilmişlerdir. Onlar bu güzel kullukları ile de bütün insanlığa kıyamete kadar numûne-i imtisâl (en güzel misal) gösterilmişlerdir. İşte kurban ibadeti de, gerektiğinde canı bile Allah’a severek takdim etmek gerektiğinin fiilî bir ifâdesidir.
Hac ve kurban, her ikisi de aynı mevsimde icra edilen Rabbânî mektebin iki ayrı terbiye dersi gibidir. Hatta ilâhî bir kampta uygulanan çok özel iki programdır. Rabbe teslimiyeti, şuurun derinliklerine nüfuz ettiren bir terbiye vasıtasıdır. Bu itibarla gücü yeten her kulun îfâ etmesi gereken ibadetlerdir. Zira bir kulun en büyük davası ve derdi, Rabbin huzuruna O’na tam teslim olmuş bir Müslüman olarak varabilmektir. Zira Rabbimizin kullarından beklediği işte böyle bir sonuçtur. Nitekim O, bu murad-ı ilâhîsini Kur’ân-ı Kerim’de şöyle emir buyurmuştur:
“Ey Îmân edenler! Allah’a karşı muamelelerinizde saygı, haşyet ve mesuliyetinizi en güzel şekilde îfâ etmek suretiyle tam bir takvâ hayatına sarılın ve Hakk’a teslimiyetinizi gerçekleştirmeden de sakın ha can vermeyin!”(Â. İmrân S. 102)
Mahşeri hatırlatan ve yevm-i kıyamet’in provası hükmündeki haccın ve teslimiyetin en müstesna ifadesi olan “Allah için kurban olabilme”nin bilinciyle kulluk şuurunu kuşanan yüreklere selam olsun.
Bayramınız mübarek olsun.
 
Şeref İŞLEYEN