İnsanın mutluluk zannettiği ve dört elle sarıldığı maddeci yaklaşımlar, rahatı önceleyen yaşamı kolaylaştıran teknolojik gelişmelerin hiç biri, sanal mutluluktan başka bir şey vaaz etmiyor.

                Her şeyin maddenin egemenliğine girdiği, insanın kalp ve ruhunun yine madde ile çepeçevre kuşatıldığı, fertlerin hayatı anlamlandırmada ki gel-git leri ve onun yarattığı ruhi açlık ne yazık ki sorunları da beraberinde getiriyor.

                Hayat serüvenine başladığı ilk günden mevta olmaya aday olan insanoğluna, ölüm ve ötesini sorgulamak rahatsız edici ve ürkütücü olarak geldiği için o alana hiç yanaşmıyor, kelamının edildiği ortamlardan bile uzak durmayı yeğliyor.

                Şurası bir gerçek ki, İnsanoğlunun var olduğu günden beri kendi ruhunda saklı olan nefis olgusu kendisini huzura ve sükûna erdirecek kaynaklardan beslendikçe, hayatı anlayıp, anlamlandırdıkça, dünyevi huzuru elde ederken uhrevi huzura da hep ümit var olarak bakmıştır.

                Dünyanın adeta vahşet dönemini yaşadığı, umumi bir matem haneye dönüştüğü insanın kendisinin bizatihi kaos olduğu dönemde eşyanın yüzüne çaldığı nur ve hakikatleri tüm delilleri ile ortaya çıkarıp, kainatın ve insanın manasını harf harf, kelime kelime, fasıl,fasıl, cümle cümle, hiçbir itiraza mahal vermeyecek şekilde insanlığa sunup, marifetten muhabbete kapı açan Allah’ın Resulü Efendimiz (as) dır.

                Gerçekten onu anlayabilmek ve şimdiki çektiğimiz sıkıntıların ve huzursuzluğun sebeplerini kavrayabilmek için O’nun yaşadığı çağa, çağın şartlarına ve insanların kültürel ve sosyal değerleri, ne bakmak lazım.

                Nasıl oluyor da, muhatapları eğitimsiz, cahil, vahşi, adetlerinde alabildiğine inat ve taassup sahibi olmalarına rağmen ve laf anlatmanın kolay olmadığı bir dönemde devasa ahlak inkılâbını son derece zor şartlar altında başarıyor.

                O’nun getirdiği mesajlar ilahi mesajlar nasıl oluyordu da kalplerde anında makes buluyordu? Kimsesiz çocukları ok taliminde canlı hedef tahtası olarak kullanan, öz kızlarını diri diri toprağa gömmekten zerre kadar rahatsızlık duymayan vahşiler ve gaddarlar o müşfik Peygamberin o ilahi yüklü mesajları ve örnek yaşantısı ile karıncayı bile incitmekten imtina eder hale nasıl da geliyorlar.

                İnsanlık işte sadece  bu zaviyeden meselelere  bakabilse ve kendisini sorgulayabilse, bugün çekilen sıkıntılar, vahşetler, zulümler, haksızlıklar, işkenceler, adam kayırmalar yaşanır mı idi ?

                İşte buyurun yapın…

                Hadi bakalım bütün var gücünüz ile dünyanın sözde barış elçileri, hoşgörü ve diyalog avaneleri, pedagogları, psikologları, kişisel gelişim uzmanları, eğitimciler, bilim adamları, koca koca profesörler kollarınızı sıvayın. O zatı Allah Resulü, Efendimiz (as)’ın yaptığı ahlak İnkılâbının, bıraktığı silinmez izin binde birini yapın.

                Hadi yapın…

                Yapabilirler mi?

                Hayır.

                Neden?

                Çünkü O’nu anlamak demek, tarihe gitmek kitap sayfalarını karıştırmak, ismi anılınca salâvat getirmek, o salâvatla cennete gideceğini ve ahlakının düzeleceğini zannetmek değil.

                O’nu anlamak demek, O’nun insanlığın huzur ve saadeti adına yaptığı evrensel çağrının mahiyetini anlamak, o âlemşümul çağrıyı her gün ama her gün güncel tutarak, hayatımıza yansıtmaktır.

                İnsan insanın kurdu olmaktan vazgeçmedikçe, insana insan nazarı ile değil de İMKÂN nazar ile bakmaktan vazgeçmedikçe, kardeş olmadan Ümmet sloganı atmanın hem dünyevi hem Uhrevi hiçbir kazancının olmayacağı aşikârdır. Zira sadece slogan, O’nun yani, Efendimiz (as)ın ahlakını davranışlarımızın rehberi ve miğferi yapamamışız demektir.

                O, yaşayan Kur’an olmuş, gönderenin şanına layık bir hayat serüveni yaşamış ve insanlığı evc-i kemale ulaştırmıştır.

                Öyle ise, hem dünyevi hem uhrevi saadetimiz ve insanlığı yeniden inşası adına kendimiz Kur’an ve Sünnet-i Rasulullah adına yeniden güncellemeli, hayatımızı, ruhumuzu, insanlığımızı kemiren virüslerden, trojenlerden, solucanlardan temizlemeli yepyeni bir ruh ve anlayışla kullukta liyakat adına daha ciddi olmalıyız.

                İşte o zaman içimizdeki saklı cenneti tüm güzellikleri ile insanlığa sunmanın gayreti içinde olacak, ötelerde de bizi kul olarak baş aşağı baktırmayacak, utandırmayacak, cennet dava etmek hakkımız olacak.

                Zira havf ve reca yani, Korku ve Ümit… Bu eksende yaşayacağımız bir hayat istikamet üzere olduğumuzun işaretidir.

                Velhasıl Topyekûn Ahlak İnkılâbına ihtiyacımız var.