İNSANLIĞIN İLACI…

İnsanı acizlikten, sünepelikten, yetersizlikten, sürüm sürüm sürünmekten kurtaran, ikbale hazırlayan, kuru bir akıldan kurtarıp kol kanat olan, ağacı ve meyvesi zengin bir hale dönüştüren en büyük öğretmen.

Merhum Cemil Meriç’in ifadesi ile KİTAP, mağaramıza akseden ışık, kalp ve kafa izdivacını sağlayan en büyük şifa kaynağı, sığınılacak en güvenli liman.

İnsanın ancak okuma sayesinde refleksleri gelişir, kabiliyeti ve sezileri, hadiseleri tahlil etme gücü ve kazandığı hassasiyet sayesinde kendisi için nelerin gerekli, nelerin gereksiz olduğu kanaati hasıl olur.

Beslendiği kaynak doğru olur ise, hayatın tadı o zaman bal kaymağa dönüşür. Onun içindir ki, insanın kendisini ısıran, düşünceye sevk eden, gayeyi ve hedefi önüne koyan kitaplar seçilir ise, insani, ahlaki ve vicdani değerlerin kendisinde inkişafı sağlanmış olur.

Varlığın ifade ettiği o sırlı manayı çözüp ondan bir marifet usaresi elde etmek ancak okuma sayesinde olur. Nihayetinde hakikat tecellilerinin yansıması insanda vücut bulur, hayatına yansır ve bu sayede marifet ufkuna yelken açar.

Olayları, insanları, fikirleri, ideolojileri hakikat kantarında tartacak hem kendisini, hem insanları meşru olmayan kavramların etrafında kümelenmekten kurtaracak yegâne liman KİTAP tır.

Ancak şurası da bir gerçektir ki, bilgi adına sunulan nice makaleler, tezler, kitaplar okuyanı aydınlatma yerine, karanlığın menfezlerine sürükleyip nefes alamaz hale getirmiştir. Böyle bir bilgi hem okuyana hem de sahibine zarardan öteye geçememiştir.

Onun içindir ki, öğrenilecek her şey insana mahiyetini, görev ve sorumluluklarını hatırlatacak, şahsiyetini bütünleştirecek ve geliştirecek, iç âlemini aydınlatacak, eşya ve hadiseler arasındaki o ince münasebeti keşfetmeye yönelik olmalıdır.

Onun ötesinde okuma adına yola çıkıp ta her önüne geleni okuyarak bünyesine buyur edenlerin hiç okumayanlardan daha tehlikeli olabileceğini de belirtmek gerekir. Nice kravatlı, okuyan eşkıyalar değil mi bugün dünyayı cehenneme çevirenler…

İstatistikler gösteriyor ki, okumayan bir milletiz. Gazete trajları, dergiler, kitap satışları Avrupa Ülkelerinden çok çok gerilerde. Stalin, dönemi itibari ile her gün kesintisiz kırk sayfa kitap okuyordu. Komünizmi dünyanın başına bela etti. Bizim insanımız bu okumayı pozitif yönde yapsa idi, hapishaneler, tımarhaneler, huzurevleri tıka basa dolu olur muydu? Doğru neticelere götürücü bilgiler bünyeye misafir edilmedikçe nesiller bu tür risklerle her zaman yüz yüze kalmaya mahkûm olacaklardır.

Asıl önemli olan, insanı Yaradan’ın nezdinde zirvelere taşıyacak sırlı kaynakların derin sularına seyahat ettirecek, hamlıktan ve değersizlikten kurtarıp elmas haline dönüştürecek membalardan beslenmesidir.

Bir darb-ı meseldir çok anlatılır: Tembel bir dalkavuk, zengin bir sultan olan akrabasına gelmiş, çok sıkıntıda olduğunu söyleyip ondan yardım talep etmiş. Sultan da o sıkıntısına mukabil bir kitap hediye etmiş kendisine.

Adam sultana bir şey söylemeden huzurdan ayrılmış ama içi de öfke dolu imiş. Sürekli söylenerek… Cimri herif, ben ondan para talep ettim o bana kitap verdi, ben kitabı ne yapayım diye homurdanarak nihayet eve gelmiş.

Sultanın verdiği kitap toplam yirmi dört sayfa imiş. Kitabın ilk sayfasını açar açmaz bir de ne görsün. Kitabın ilk sayfasına bir altın iliştirilmiş. Kitabın diğer sayfasına geçince bakmış ki, o sayfada da bir altın. Hızla sayfaları çevirirken şaşkınlığı ve sevinci artmaya başlamış: Kitabın yirmi dört sayfasına sultan birer altın iliştirmiş. Yirmi dört sayfa, yirmi dört altın.

Sevinçten yerinde duramayan adam koşarak sultanın huzuruna varmış; Efendim! Verdiğiniz kitap o kadar değerli ve güzeldi ki okumaktan kendimi alamadım. Bu kitabın ikinci cildi yok mu onu da verseniz de okusam deyince,

Sultan hiç istifini bozmadan sinirli bir şekilde, çık çabuk dışarı ahmak adam! O kitabın ikinci cildi yok demiş.

Aslında Sultan adama bir günün yirmi dört saat olduğunu, her bir saatin de altın değerinde olduğu mesajını vermek istemiş ancak anlayana…

Evet, adam olmak zengin olmanın kantarında değer bulurken, kitap okumaya toplumun ekserisi yabancı.

İlahi ferman olan “Oku” emrine yabancı.

Reklamların ve teknolojinin israfın sınırlarını alabildiğine genişlettiği bir dünyada okumak akla ziyan geliyor. Uyuşturucuların en masumu gibi duran fakat en yaygını ve en tehlikelisi olan televizyon, internet, akıllı telefonlar gibi diktatörler var iken, kitap okuma çok zahmetli ve meşakkatli algılanıyor ve algılatılıyor.

Bir, iki, üç yaşındaki bir çocuğun bile elinden telefon eksik olmuyor ve toplum içinde o çocuğun telefonla etkileşimini çocuğunun çok zekâlı olmasına bağlayan anne ve babalar çocuklarına nasıl tehlikeli bir miras bırakmaya çalıştıklarının farkına bile varamıyor ise, hapishanelerin ve tımarhanelerin boşalmasını beklemek hayalden ve temenniden öteye geçemiyor.

O körpe yavruyu o teknoloji ile buluşturmak, çocuktaki duygusallık duygusunu yok ederken kendisini ileride özel ve seçkin olarak görme, merhamet duygularından, büyük küçük kavramından, saygı, sevgi, merhamet duygularından koparıp, nefsinin zebunu, var mı ben gibi diyen, narsist egolarının etrafında raks eden, robotik bir varlık haline dönüştürüyor.

Eğlence programları, diziler, maçlar, yarışmalar, internette sınırsız sörfler derken birde bakıyorsunuz ki “SALA” vaktiniz gelmiş.

Sonrası mı? Ardı arkası kesilmeyen keşkeler… Ancak o keşkelerin hiçbir önemi yok. Zira emaneti sahibine teslim etmenin, hayatın hesabını vermenin zamanı gelmiştir.

Son Söz; Kâinatın Efendisi, Efendimiz (As) ın mübarek sözü olsun.

“Ya öğreten, ya öğrenen, ya dinleyen, ya da ilmi seven ol. Fakat sakın ha! Beşincisi olma helak olursun.