UZLET Mİ, YOKSA YENİDEN ÜLFET Mİ?

Uzlet, insanlarla birlikte olmaktan kaçınmak, bir köşeye çekilip kendi başına yaşamak anlamında kullanılan bir tasavvufî terim…

Halvet, inzivâ gibi terimler de uzlet anlamında kullanılıyor…

Müslümanda uzlete çekilmek gibi bir niyet varsa, “günahlardan ve günahlara sebep olacak hâllerden uzak durmak, sakınmak” maksâdı aranır.

İslâmiyette esas olan, insanlardan uzak kalmak değil, onlarla kaynaşmak, uzlaşmak, yardımlarına koşmak ve böylelikle rahmet ve merhamete dayalı bir toplum oluşturmak…

Ancak, işler öyle içinden çıkılmaz bir hâle gelir, öylesine sarpa sarar ki, kişinin kendi ehline, aile efrâdına, hatta kendi nefsine sözü geçmez ve çareyi uzlete/inzivâya çekilmekte bulur.

Rabbimizin; “Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O'ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön. (Seçkin) kullarımın arasına katıl ve cennetime gir.” hitâbındaki hikmeti iyi anlamak lazım. Huzûr arıyorsak, insanlar arasında huzûrun kaynağı olma gayretlerimiz olmalı ki, Rabbimiz bizi sevsin ve huzûruna kabul etsin. (Fecr, 89/27-30)

Rasûlullâh (s.a.v.); “İnsanların arasına karışan, onların ezâ ve cefâsına katlanan mü'min, insanların arasına girmeyen ve onların baskılarına katlanmayan mü'minden daha fazîletlidir.” (Suyûtî, el-Câmiu's Sağîr, II, 282) Buyururken bunu bize öğretmiş olmalı…

Aslında uzlet, kötü ahlâkı terketmek için olmalıdır.

İnsanın iç muhâsebeye, murâkabeye dönmesi için ıssız ve sessiz bir ortamda yeniden ülfeti, kardeşliği, Rabbin rızâsı istikâmetinde bir hayâtı yaşamak üzere kendini yenilemeye, resetlemeye, formatlamaya gayret göstermesi gerekir.

Yeniden ülfeti kuşanmak…

Kendisiyle anlaşılan, kaynaşılan ve geçinilen, kendisinin de başkalarıyla geçinebildiği, huzûr bulabildiği kimseler olmak…

İnsanlar aldatılmaktan usanmış… Aldatılmayacağını bilse, her türlü ülfete açık ve eğilimli bizim insanımız. Bizler, bir ormanın ağaçları gibiyiz, bir arada olmalı ve dallarımız birbirine değmeli. Birbirinden kopuk ve uzakta olan ağaçlar “orman” hükmünde olmazlar.

Ülfet; tebliğin, tebyînin, dâvetin, irşâdın, emr-i bi’l mârûf nehy-i ani’l münker’in olmazsa olmaz kuralı ve Kur’an’da karşılığını bulan azîm davranış…

Rasûlullâh (s.a.v.)’in; “Mümin, ülfet eden ve kendisiyle ülfet edilen kimsedir. Ülfet edemeyen ve kendisiyle ülfet edilemeyen kimsede hayır namına bir şey yoktur” beyanıyla açıklığa kavuşan tutum…

“Sen onlara sırf Allâh’ın lutfu sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onların bağışlanmasını dile, iş hakkında onlara danış, karar verince de Allah’a güven, doğrusu Allah kendisine güvenenleri sever.” (Âl-i İmrân, 3/159)

Asıl insanın kalitesini ele veren önemli ölçü budur. Bugünlerde bu ölçüye ne kadar da ihtiyâcımız vardır.

Sanki hep savaşmaya, kavga etmeye, kin tutmaya, küsmeye, nefret ortamı oluşturmaya, tanımadan ötekileştirmeye, aykırılıklar üretmeye gelmişiz dünyaya..?

Oysa Rabbimiz;

“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.” (Hucûrât, 49/13)

“ Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın; bölünüp parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirine düşman idiniz de Allah gönüllerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi Allah kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız.” (Âl-i İmrân, 3/103) mutlak ölçülerini önümüze koymuştu…

Tabii ki ülfet etmek, fizikî kalıpların bir araya gelmesiyle değil, kalplerin birbirine ısınması ve bağlanmasıyla mümkün olacaktır ki bu da ancak Mevlâmızın sözünü dinlemekle mümkündür.

İçinde ülfet ve muhabbet besleyen bir kalbin bulunmadığı yüzün tebessümü, sırıtmaktan ibarettir. Sözleri zehir, davranışları kırıcı, tavırları kibirlidir.

Ülfetin temelinde hüsn-ü zân var. Güzel bakmadığınız sürece güzel görmeniz mümkün değil ve güzel görmedikçe de ülfet etmenizin imkânı yoktur.

Sâdece kendi nefislerini önemseyenler, başkalarının ihtiyaçlarını küçük görür ve geçimsiz olurlar. Haddini bilenler ise, kimseyi hor görmez, kendilerini herkesten aşağıda görürler.

Modern hayatın cenderesi, alışık olmadığımız aykırılıklar hangimizi sıkmıyor ki?

Beton yığınlarına dönüşen şehirlerimiz, tüketim toplumunun geçim sıkıntısı, kalabalıklar, şiddetin ayyuka çıktığı hayat tarzı, çekilmez hâle gelen trafik, bürokrasi, kirlenen hava/su/gıdâlar, tabii hayattan kopuk yaşayışın insanlarda biriktirdiği stress, güven bunalımı, huzursuz gönüller, saymakla bitiremeyeceğimiz hastalıklar…

Hemen herkesin, “yerin altı, üstünden daha evlâ” demeye başladığı ve kaçıp gitmek için fırsat kolladığı duyguları ve düşünceleri insanda köpürtmektedir.

Tabi “gemileri yakıp gitmek” çözüm mü? Ayrı üzerinde durulması gereken bir konu.

Ancak, yazımızın başında sorduğumuz; “Uzlet mi, Yoksa Yeniden Ülfet mi?” sorusu bu noktada çok önem arzetmekte…

Fert planında ilâhî gazâbı celbetmeye karşı bir çözüm gibi dursa da uzlet, îmân ve hidâyet üzere kurtarılmayı bekleyen milyonların arasında yeniden ülfeti, muhabbeti, sevgi ve kardeşliği kuşanmak daha azîm bir davranış, daha izzetli ve gerekli bir duruş gibi gözüküyor, zîrâ; ülfet zorunludur. Allâh’u â’lem.


Şeref İŞLEYEN

04.07.2019 Perşembe

www.serefisleyen.com