“Suçsuz insanları öldürmenin üzerini örtecek bir bayrak yoktur!”
            “Yoksa onların çoğunun söz dinlediğini veya akıllarını kullandığını mı sanıyorsun? Onlar ancak hayvanlar gibidirler, hatta ondan daha da aşağıdırlar.” (Furkân: 44)
            İnsan-ı Kâmil, izzet ve şerefi olan, vakar sahibi, akıl ve irâde bakımından diğer canlılardan ayrılan bir eşref-i mahlûktur. Şerefli olduğu kadar, ayrıcalıklıdır da…
            Yaradılış itibariyle üstün kılınmış, birçok hârikulâde yeteneklerle donatılmış, azîz ve celîl olan Allâh (c.c.) onu diğer canlıların hizmetine âmâde kılmıştır.
            Fakat gelin görün ki; ne kadar mükemmel hususiyetlerle donatılmış olursa olsun, olağanüstü yetenek, akıl ve irâdeye sahip bulunursa bulunsun, onu vicdândan mahrum bıraktığınız zaman, geriye kıymet ifade edecek bir yanı kalmıyor. Öyle ki, insanın bozulmuşu, yukarıda zikredilen âyet-i celîle’de ifâde buyurulduğu üzere; “belhum edall = dört ayaklı hayvandan daha aşağı” bir seviyeye düşebiliyor. Yani insan, eşref-i mahlûkat olduğu kadar, esfel-i sâfilîn derecesine de düşebiliyor.
            Merhamet duygusunu yitirmiş, vicdânının sesi susmuş ya da susturulmuş insanlar, dünya üzerinde en akıl almaz tehlikeyi saçan yaratıklara dönüşebiliyorlar. Bunun örneklerini, yaşadığımız bu günlerde sosyal medya, tv ve benzeri haber kaynaklarından veya canlı olarak müşâhade etmek mümkün.
            Hayatı değerli kılan her şeyi menfaate dönüştüren insanların, çoğunlukta olduğu bir dünyada yaşıyoruz. İnsanın insana acımasızca kıydığı, insanın yine insanlar tarafından zulme maruz bırakıldığı korkunç zamanların insanlarıyız. İnsan canının hiçe sayılarak tavuk öldürür gibi öldürüldüğü, çirkin ve süflî menfaatlerin havada uçuştuğu bir şaşkınlık dönemini yaşıyoruz.
            Esasen, “en temiz” olması gereken siyâseti bile ehliyetsiz insanların ellerine bırakarak onu kirli emellerine alet eden kendini bilmezlerin siyâset yapmasına ne demeli? Artık her gün onlarca mâsum insan katlediliyor ve bu korkunç durum bizde alışkanlık yaparak “normalleşiyor”. İnsanların suskunluğu, pasifize edilişi ve ilgisizliği, durumun vehâmetini bir kez daha gözler önüne seriyor.
            “Kötülerin kazanması için iyilerin sessiz ve seyirci kalması yeterlidir.” Susulması gereken yerde konuşuyor, konuşulması gereken yerde susuyorsak, kendimizi hesaba çekmemiz şarttır.
            Artık günümüzde siyâsetin, suçsuz insanların kanlarıyla kirletildiğini düşünüyoruz. Her gün katliam oluyor ama sorsanız –katliamı yapanlar dâhil- herkes barıştan yana… Diller barış güvercinleri uçururken, kalbler ihâneti kuşanmış, eller silahları konuşturmaktadır. Üstâd Necib Fâzıl’ımızın ifâdesiyle;
            Bu nasıl bir dünya hikâyesi zor;
            Mekânı bir satıh, zamanı vehim.
            Bütün bir kâinat muşamba dekor,
            Bütün bir insanlık yalana teslim.
            “Yemin olsun ki, dünyanın bütün toprakları, tek bir mâsum insanın kanını akıtmaya değmez!” diyor büyük usta Cemil MERİÇ…
            Suçsuz bir insanı katletmenin ne tür haklı bir bahanesi olabilir? Suçsuz insanları öldürmenin utancını setredecek bir örtü, bir bayrak var mıdır? Bilinen bir tasavvurdur denir ki; Bir gün şeytan ortaya çıkıp diyecek: “Allâh’ım affet! İnsana uydum!” Bir hâdise cereyan ediyor, onlarca insan ölüyor, aileler perişan ediliyor. Kimse “ben suçluyum” demiyor, hatayı kimse kendinde aramıyor.
            “Düşen bir çığda, hiçbir kar tanesi kendisini olup-bitenden sorumlu tutmazmış”…Allâh’ım! Nasıl bir akıl tutulmasıdır ki, anaların feryâdlarının yükseldiği, çocukların yetîm-öksüz kaldığı bir dönemde, insanoğlu çok zorlu bir sınava tabi tutulmuş olmasına rağmen, muhâsebe unutulmuş, vicdânların iniltisi susturulmuş, kulaklar sağır, gözler kör! Benliğini, kardeşliğini ve merhamete muhtâç sîneleri unutmuş insanlık!
            Dünyadaki en âdil olan şey, her halde bir gün herkesin mutlaka ölecek olmasıdır. Mazlumların sessiz çığlıklarına kayıtsız kalınıyorsa, kimse merhametten, vicdândan, insanlıktan bahsetmemelidir. Akdeniz sâhillerinde kıyıya vuran bir yavrucağın sessiz bedeni, her gün yitirilen, katledilen onlarca yavrunun çığlığını duyurmaya yetmiyorsa, kimse “sahte dramlar”ın paylaşımını yapmasın. Böylesine acıların sardığı dünyada, mazlumların çığlıkları ve “duânız olmasa, ne kıymetiniz var?” (Furkân: 77) hitabının muhatabı olan bizlerin duâ ve yakarışları arş-ı âlâyı titretmiyor, gayretullâha dokunmuyorsa, kimse ucuz cennet hayali kurmasın!
            “Dünyadaki en sağır edici ses, acı çeken bir mazlûmun suskunluğudur!”
            Allâh’tan (c.c.) elbette umut kesilmez… Lâkin umutları diri tutacak, yeni ümitlerin filizlenmesine vesîle olacak yollar mutlaka aranmalı, kopmayacak olan “en sağlam kulp”a, urvetü’l vüskâ’ya tutunmalı, ilâhi merhametin bam teline dokunmalıyız.
            Ey Rabbimiz! En güzel isimlerin olan “Esmâul Hüsnâ”n ile sana yalvarıyoruz! Ne olur, suskun vicdânlarımızı harekete geçir, mazlumların, mağdurların sesi ve umudu olmayı nasib et bizlere…
            Rabbimiz! Acziyetimizi bağışla, sana olan imanımızı ve güvenimizi kuvvetlendir, içimizdeki şu zavallı korkuyu kaldır, bizleri şu dünya cehenneminin şâhidleri kılma! (Âmin.)
 
Şeref İŞLEYEN