1939 Erzincan Depremi’ne kadar ayakta kalan Selçuklu dönemine ait Erzincan kale kapısı maalesef şuanda ahır olarak kullanılmakta.
         1939 depreminden sonra şehir Fırat’ın kıyısından kuzeye daha sağlam zemine doğru kaydırılmış.
         Eski Erzincan’da Çadırcı, Nafiz Paşa ve restore edilen Taşçı Hamamları ile Kale kapısı dışında mazi adına ayakta kalan hiçbir şey yok.
         Evliya Çelebi seyahatnamede 17. yüzyıl ortalarında Erzincan'ın ortasında küçük ve alçak duvarlı kale içinde; 200 ev ile bir cami bulunduğunu belirtir.
         Kale dışında ise 1800 ev, yedi cami, 60'tan çok mescit ile içinde 500'den fazla dükkânın bulunduğu bir çarşı ve bedesten ile şehirde 48 mahalle ve 40 okul bulunduğunu belirtir.
         Evet, son derece mamur olan şehrin yerinde şuanda yeller esiyor.
         Erzincan’ın bir zamanlar burada olduğunun en önemli şahidi ise, bahsettiğimiz bu iç kalenin kale kapısıdır.
         Selçuklu’dan günümüze kadar gelebilmiştir.
         Belki tarihteki ihtişamıyla ayağa kaldıramayız ama en azından bu kale kapısını restore edemez miyiz? 
         Bir çok şeye sponsor bulabiliyoruz, bu tarihi değerlere de bulabiliriz.
         Şehirler, yerel yönetimleri, yerel şirketleri ve güçlü sponsorlarıyla bu işleri başarıyor artık.
         Son çıkan yasalarla tarihi eserlerin restorasyonunda kurumların yaptıkları harcamalar gider olarak gösterilebiliyor.
         Fakat tüm bunların özel sektör temsilcilerine anlatılması lazım…
         Başka türlü restorasyon çalışmaları yılan hikâyesine dönüyor…