Muhakkak ki her insanın içinden çıkamadığı, çaresiz kaldığı, kendini nefessiz hissettiği ân’lar olmuştur. Kimisi sevdiği bir insanı, kimisi canından bir parça olan evladını, akrabasını ya da eşini kaybederken bu çaresizliği yaşar; kimisi de yıllarını harcayıp uğruna sağlığını fedâ ettiği dünyalık bir servetini kaybedince yaşar bu nefessizliği. Oysa farkına varabilirsek eğer kıymetini bilmeden harcadığımız, boşa tükettiğimiz zaman bizim için en büyük kayıp, en büyük çaresizliktir. Nitekim, kendine hayat bahşedilen her insana düşen bir vazife, bir sorumluluktur zamanı hakkı ile yaşamak, hakkı ile değerlendirmek!

Kendisine vaat edilen bu en kıymetli hazineyi, zamanı, ölçülü kullanamayınca, insan o boşluğu başka noktalarda tamamlamaya çalışır ve hakkı olmayan birçok kusura, yıkıntıya sebep olur da farkına varamaz. En bariz örneği günümüz neslinin içinde bulunduğu çıkmazdır ve kendini, özünü kaybettiği yani eskilerin tabiri ile âdâb-ı muâşeretten yoksun büyümesidir.

Şöyle bir dönüp ardımıza bakarsak ardımızda ne enkazlar ne yıkıntılar bıraktığımızı fark ederiz.  Biri, SAYGI’dan yoksun büyütülen çocukluk ve diğeri büyükleri tarafından SEVGİ’den mahrum bırakılan çocukluk. Bu iki muazzam kavramı hakkı ile hissettiremediğimiz için bu tablolar dünyamızı maalesef süslüyor. Saygı ve sevgiden söz açılınca hemen o dillere destan, ömürlere istikamet, gönüllere ferah ve feraset olan en mahir Mürebbi’den(sav) bahsetmemek olmaz.

Batı’dan aldığımız sanal ve süfli birtakım reçeteleri inkâr edemeyiz fakat bu reçeteler içinde salt maddenin kol gezmesi hasebi ile yetersizdir.  Bakın yarının büyükleri olacak şimdinin çocukları için o Kâinatın Nefesi(sav) nasıl davranmış, maddi noktaları nasıl manevi bir atmosfer ile bürümüş ve bize nasıl metotlar sunmuş okuyalım: “Mescid-i Nebevî’de, sahabeye imam olmuş, namaz kıldırıyor… O zamanlar daha iki buçuk, üç yaşlarında ve torunu olan Hz. Hüseyin de mescitte oyun oynuyor, geziniyordu. Çok ibretliktir şimdiki büyük insanlara örnek teşkil etmesi ve tahammülün zorlanması adına… Hz. Hüseyin, secdede olduğu bir an da gelir Efendimizin boynuna biner ve kafasının üstüne çöker. Ve namazın aksatılmaması gereken rükunlarından olan secdeden kalkmaz, taa ki ne zamana kadar mı? Torunu üzerinden kalkana kadar! Ki bu durum o kadar uzun sürer ki ashap içten içe ürkmeye başlar acep En Büyük İmam(sav) secdede ruhunu mu teslim etti diye düşünmüş. Nihayet, torunu onu rahat bırakınca ‘Allah u Ekber’ deyip, selâm vererek namazı tamamlamıştır. Bu durumu kendisine soran ashaba verdiği cevap, engin hoşgörü ve tevazunun lazımlığını bize öğreten emsali olmayan bir örnektir. Der ki ashabına tebessüm ederek : Secdeyi uzattım çünkü Hüseyin beni deve yaptı..!”  Gerisini siz düşünün!

Cahiliye âdeti ve toplumsal bütünlüğün en kadim düşmanı olan kin, nefret, ırkçılık, hasteçilik, sevgisizlik, saygısızlık, adapsızlık ve daha sayamayacağımız nice kötü hasletler biraz da bizden kaynaklanıyor. Yerinde, zamanında sevmezsek, o çocuğa sevginin nasıl bir nimet olduğunu öğretmezsek ve ona saygının ne büyük bir ölçü olduğunu bildirmezsek ortaya çıkan yıkım, enkaz bizim eserimizdir yani suç aslında bizim suçumuzdur.

Ve saygıya doğru giden yolda sevgi…
Nitekim her şeyin vardır bir sözlük tarifi ama ya sevginin!
Vaktinde çocuğunu dövmek için kullandığı ellerini 99 Depremi’nde kaybeden Halil Bey’i dinleyelim bir de bakalım ne diyor haykıra haykıra:
 
“Ey iki kolu sağlam olanlar!
Ey hala en sevdikleri yanında olanlar!
Durmayın sarılın!
Zira benim PROTEZ kollarım yüreğimdeki sevgiyi taşımaya yetmiyor!”

Geçmiş ve günümüzden bu iki misali ser levha edip düşünmemiz gerek, ne kadar kıymetli şeyleri yitiriyoruz, ne kadar önemli hasletlerden mahrum bırakılıyor ve mahrum bırakıyoruz.

Böyle yosun bağlamış vasıflara sahip insan yetiştirmemek için ilk önce bilmeliyiz. Bu da kültürel birikimlerimizi tozlu raflardan, sararmış sayfalardan temizlemekle olur. Sonra okur, yaşar; okutur ve yaşatırsak o zaman bilin ki nesiller temiz, gönüller apak ve huzur başucumuzda nöbette hazır bulunur.
                                                                                          “Bir umudu haykırıyoruz çağlara sözlerinle.
 Gecelere aydınlık düşerken o billur gözlerinle.
    Adına hasret diller var Efendim…”
Hakan Kaya